EDA
Söz ve yazıdaki ifade şekli, uslup tarzı, anlatış yolu.
Belagatçılar bunun hakikat, mecaz, kinaye olmak üzere üç türlü olduğunu
söylerler.
EDEB-İ KELÂM
Acı, hoş olmayan, ayıp, çirkin, kaba veya uğursuz sayılan
şeyleri kendi adlarını söylemeden başka sözle ifade etmek. Buna asâlet ve
mümtaziyet adları da verilir. Edeb-i Kelâm, bir düşünceyi, bir olayı incelik,
asâlet ve nezaketle ifade etmek için anlam, kendine ait olmayan kelimeyle
karşılanır. Genellikle şu üç durumda bu yola başvurulur:
1. Sözü kabalıktan kurtarmak için.
Ölen birisi hakkında "ölüm" yerine "Rahmet-i
Ralman’a kavuştu", "sizlere ömür", işi elinden alındığını
bildirmek üzere "Affedildiniz" denmesi gibi.
2. Ta’zim veya ifadeyi süslemek için. Şeyh Galib’in
aşağıdaki iki beyitten ilki ta’zim, ikincisi tezyine (süslemeye) örnektir:
Bir şeb ki Sarâ-yı Ümmehânî
Olmuşdu o mâhın âsumânî
Giydikleri âftâb-ı temmûz
İçtikleri şûle-i cihan-sûz
3. İfadeyi fesahat yönünden bozacak ses, kelime ve
terkiplerin tekrarından kaçınmak için.
EDİSYON KRİTİK
Eleştirel basım. Farklı nüshaları bulunan yazma veya matbu
eserlerin aralarındaki ayrılıklar tespit edilerek aslına en uygun şekilde
yayınlanır. Farklar dip notlar halinde gösterildiği gibi açıklayıcı bilgiler de
verilebilir.
EFSANE
Tabiatüstü özellikler gösteren kişilerin hayatlarının ve
olayların anlatıldığı hikayeler. Efsane halkın hayalgücüyle yarattığı
"ideal insan tipi"ni verir ve nesilden nesile anlatılır. Efsane ile
masallar arasında uygunluk vardır. İki türde de olağanüstü olaylar işlenir.
Yalnız efsane daha inandırıcıdır. Bu yönüyle hikaye ve destana yaklaşır.
Efsaneler şöyle ayrılır:
1. Yaradılış efsanesi (Dünyanın yaradılışı, tabiat
varlıklarının meydana gelişi, kıyamet günleri.)
2. Tarihi efsaneler.
3. Olağanüstü kişiler, varlıklar ve güçleri konu alan
efsaneler.
4. Dini efsaneler.
Türk efsanelerinde kahramanlık, fedakarlık, cesaret, ahlaki
davranışlar, sosyal düzene bağlılık, Ahlah’ın kudretine iman, doğruluk,
cömertlik, samimiyet gibi konular yer alır. Genç Osman, Boş Beşik, Çakıcı EFe,
Çoban Çeşmesi, Gelin Kaya, Cennet Dağı, Kan Kuyusu, Yusufçuk Kuşu gibi efsaneler
halk arasında söylenegelmektedir.
EGLOG
Çoban şiiri. Birkaç çobanın aşk, kır hayatının güzellikleri
üzerine karşılıklı konuşmaları bçiminde yazılır. Latin edebiyatında gelişen bu
şiir türü genellikle Batı edebiyatında görülür. Bir olaya dayandığı ve
karşılıklı kişileri konu aldığı için küçük bir piyesi andırır. Eglog, Türk
edebiyatında kullanılmayan bir türdür.
EKLEKTİZM
Felsefede uyuşabilir tezleri toplayıp uyuşamayanlarını bir
yana bırakma eğilimini, edebiyatta ise birbirine aykırı çeşitleri bağdaştıran
geniş sınırlı zevki ifade eder.
ELFİYE
Binlik karşılığıdır. Bin mısradan meydana gelen manzum
eserler için kullanılır. Elfiyeler edebiyatla ilgili olduğu gibi, hadis, fıkıh,
feraiz, nahiv ilimleriyle de ilgili olabilir.
ELGAZ
Bilmece anlamına gelen lügaz kelimesinin çoğulu.
ELİFNÂME
Genellikle mısra başlarındaki kelimelerin ilkharflerinin alt
alta elif’den ye’ye kadar alfabetik tarzda devam etmesi ile meydana gelen şiir.
Divan ve halk edebiyatımızın ortak mahsulleri arasında yer alırlar.
Dini-tasavvufi ve din dışı konularda örneklerine rastlanır.
EMOSYANALİZM
Sanat ve edebiyat eserlerinde duyguya önem veren estetik
anlayış.
EMPRESYONİZM
Nesneyi doğrudan doğruya tasvir ve analiz etme yerine, onun
uyandırdığı duyguları anlatma yolu. XIX yüzyılın sonlarında Fransa’da doğdu.
Önce resimde, sonra diğer sanatlarda tesiri görüldü.
Empresyonistler dış dünyanın kendi içlerinde bıraktığı
izlenimi dile getirirler. Bu âlem, sanatçıya sadece heyecan ve duygusal
dalgalanmalar veren bir uyarıcıdır. Önemli olan sanatçının kendi algılamaları
ve bunları anlatma yöntemidir. Edebiyatın bir amaca hizmet edemeyeceğini
savunur. Empresyonist edebiyatçılar şiir, kısa hikaye, tek perdelik manzum
piyes gibi kısa çalışmaları tercih etmişlerdir.
ENTİMİZM
İçtencilik. İnsan ruhunun mahrem ve gizli sırlarını
içtenlikle anlatma eğilimi. Bu sanat anlayışına sahip edebiyatçılara entimist
denir.
ENTONASYON
Cümlede heceler, kelimeler ve daha büyük anlamlı gruplar
üzerindeki seslerin alçalıp yükselmesi. Konuşmacının anlatmak istediği anlama
yardımcı olur. Dinleyicileri duygulandıran, heyecanlandıran, coşturan
özellikler taşır. Cümlenin yapısına göre değişiklikler gösterir. Bazen
cümlelerin anlamını da belirler.
EPİFONEM
Bir sözlü ya da yazılı eserde anlatılanların hikmetli bir
sözle son bulması.
EPİGRAF
Bir yapının özelliklerini belirten ve genellikle bir plaka
üzerine binanın ön yüzüne iliştirilen yazıya (kitabe) bir kitabın, bir kitabı
meydana getiren bölümlerin başına konan, o kitapta veya bölümdeki yazılanları
özetler mahiyette sözler, şiir parçaları, atasözleri, vecizeler.
EPİGRAM
Eski Yunan’da mezar taşlarına yazılan kısa ve epik nazım
şekli. Romalılar’da çok kısa hiciv manzumesi.
EPİZOT
Hikaye, roman veya şiirde ana konuya bağlı ikinci derecede
olay; müzikte temaları birbirinden ayıran serbest yazılmış bölümler; tiyatroda
bir aksiyona (harekete) katılmış ikinci derecede bir aksiyon; Yunan
trajedisinin unsurlarını meydana getiren diyaloglu bölümlerin her biri. Bu
bölümler modern tiyatroda perde adıyla bilinir.
EPOPE
Kahramanlık konusunu işleyen uzun şiirler. Kelimenin aslı
"konuşma, nutuk, sohbet" anlamına gelen Yunanca epospoien’e dayanır.
ESREM
Aruzdaki fe’ülün cüzünden fe ve n’yi kaldırıp ûlu yerine
getiren fa’lü cüzü.
EŞHAS
Şahıs kelimesinin çokluğu. Eskiden tiyatro eserlerinde ve
romanlarındaki kahramanlara veya kadroya bu ad verilirdi.
EŞTER
Aruzdaki mefa’ilün cüzünden m ve y harflerinin kaldırılıp
yerine getirilen fâ’ilün cüzü.
FABL
Hayvanlar, bitkiler ve cansız nesneler arasında geçtiği
hayal edilen öğretici masallar. Teşhis ve intak sanatı üzerine kurulur.
Olaydaki kişilere insan karakteri ve davranışı verilir. Asıl masallardan
kısadır.
FALNAME
Fal ile ilgili kitap. Falın her bir çeşidine göre düzenlenen
eserler. Yıldızname, tefe’ülname, hurşîdname, ihtilacname, kıyafetname,
kehanetname adlarıyla da bilinirler.
Falnameler çokluk manzum yazılırlar. Nesir halinde
yazılanlarına genellikle yıldızname denir. Falnameler Kur’ân falı, kur’â falı
gibi dallara da ayrılırlar.
Kur’a taşları veya bir kağıt üzerine çizilmiş noktalar ve
noktaların meydana getirdiği şekilleri konu edinen kur’a falları daha çok Hz.
Ali’ye nispet edilir. Edebiyatımızda Cem Sultan’ın Divan’ında yer alan Faly-ı
Reyhan-ı Sultan Cem adlı kur’a falı meşhurdur.
FASIL
Ayırma, bölme. Bir kitabın bölümlerinin her biri.
Mevsim mânâsına da gelir. Fasl-ı zayf (yaz mevsimi), fasl-ı
şitâ (kış mevsimi), fasl-ı hazan (sonbahar mevsimi).
Tiyatro oyunlarında perde anlamında kullanılır.
Türk sanat musikisinde bir defada çalınan aynı makamdan
parçaların tamamına denir.
FASİH
Dilin bütün kaidelerine uyularak doğru, güzel ve açık
şekilde konuşup yazılması, ifadenin anlam ve âhenk bakımından kusursuz olması.
FESÂD-I TELİF
Söz veya yazıda anlamın anlaşılmayacak kadar karışık olması.
FESAHAT
Sözün ses ve anlam kusurlarından kurtarılması yolları.
İfadenin kusurlardan uzak bulunması hali fasîh’tir. Sözün söylenişi ve
işitilişi tatlı olmalı, anlaşılmasında güçlük çekilmemelidir. Divan
edebiyatında fesahat, kelimede fesahat, kelâmda fesahat diye ikiye ayrılır:
1. Kelimede fesahat: Aynı veya yakın mahreçten çıkan
harflerin bir kelimede toplanmamasına (tenâfür-I hurûf), (er kalkılınca);
kelimeleri meydana getiren harflerin kaynaşmasında telaffuz zorluğu olmamasına
(mütenâfir) (ör. tartırttı); anlamı herkes tarafından bilinmeyen kelimelere yer
vermemeye (garâbet), kelimeyi vezne uydurmak için şeklini değiştirmemeye, çok
anlamlı bir kelimeyi meşhur olmayan anlâmında kullanmamaya gramer hatası
yapmamaya (kıyasa muhalefet) dikkat edilir.
2. Kelâmda fesahat: Telaffuzu güçleştiren kelimelerin yan
yana getirilmemesi (tenafur-I kelimât). (Örneğin: Şu köşe yaz köşesi şu köşe
kış köşesi), zincirleme tamlama (tetâbu-I izâfât) yapmamaya (Örneğin: Ali’nin
ceketinin cebinin içi); Cümle kuruluşunun sağlam olmasına, önce söylenecek sözü
sona, sonra söylenecek sözü öne almamaya, sözün düğümlenmemesine dikkat edilir.
FİKSİYON
Bir sanat eserinde uydurularak bulunmuş şey. Günümüzde,
roman, kısa hikaye gibi nesir halindeki edebi eserler kastedilir. Romanla eş
anlamlı kullanıldığı da görülür. Açık bir şekilde bir olaya bağlı bulunmasından
dolayı edebi şekiller içindeki birçok şahıs hakkında kullanılmasına imkan
verir.
FİKTİF
İtibari, gerçek olmayan, var sayılan demektir. Roman,
hikaye, masal, halk hikayesi, destan gibi edebi eserler için kullanılır. Yazar,
dış dünyaya zihninde bir şekil verir ve bunu eserine aktarır. Bu tür eserler,
tasvir esasına dayandığı için olaylar ve kahramanlar fiktiftir.
FRAGMATİZM
Parçacık diye adlandırılabileceğimiz bir edebiyat akımıdır.
İlk defa XX. Yüzyılın başlarından İtalyan yazarı A. Soffici’nin başlattığı bu
akımda, gerçekten alınmış kısa kısa parçalar, küçük tablolar ve hayattan
görüntüler (enstanteneler) en belirgin özelliği oluşturur.
FUAYE
Tiyatro salonlarında, perde arasında oyuncuların ve
seyircilerin dinlenmesi için ayrılan yer.
GALAT
Yanlış anlamına gelir. Bir kelimenin ilk veya kitapta
yazılmış şeklinden başka söylenmesi. Çokluk şekli galâtat’tır. Yanlış olduğu
bilindiği halde kullanılmasında sakınca görülmeyen kelime veya kelime grubuna
galat-ı meşhur adı verilir. Örnek:
Aslında çokluk olan evlat, eşkıya, evrak kelimelerinin
evlatlar, eşkıyalar, evraklar şeklinde tekrar çokluk yapılarak kullanılması
gibi.
"Galat-ı meşhur, lügât-ı fasîhten evlâdır" sözüyle
yanlış kullanılan yerleşmiş kelimelerin tercih edilebileceği belirtilir.
Genellikle latife, alay isteği ile bir kelimeyi şekil, üslûp
ve anlam bakımından dildeki kullanışına aykırı kullanmaya galat-ı tahakkumi
veya kıyasa muhalefet denir.
GARABET
Dilden düşmüş veya çok az kullanılıp henüz ayılmamış
kelimelerin kullanılmasıyla meydana gelen fesahat bozukluğu. Böyle kelimeler
için garib, vehşî isimlerinin kullanıldığı görülür.
Bu durum eski edebiyatta çok ortaya çıkardı. Şair ve
yazarlar ya ustalık göstermek için ya da seci, kafiye zorlamalarından dolayı
Arapça ve Farsça’dan işitilmedik kelimeler alarak kullanmışlardır.
Söylendikleri zaman uygun olan, ancak bugün terkedilmiş
sözler garib-i hüsn, hiçbir devirde benimsenmemiş sözler de garib-i kubh diye
adlandırılır.
Bir mecburiyet karşısında kullanılan garip kelimelere
muvafık, zorunluluk olmadan kullanılanlara ise muhalif denir.
GEÇİŞ
İki parafraf arasında bir düşünceden diğerine geçilirken bu
fikirlerin bağlanması. Paragraflar arasındaki geçişin azlığı veya çokluğu
yazının açık, doğal oluşuna göre değişir. Bağlanma açıksa geçişe gerek kalmaz.
Geçişlerin kısa olmasına dikkat edilir. Geçiş için, fakat, bundan dolayı, kaldı
ki gibi edatlar yeterli görülebilir.
GEZMECE
Aşıkların yolculukta uğradıkları yerleri anlatan methiyeli
veya taşlamalı deyişler. Gezmeceler onbirli destan veya sekizli kesik (semai)
biçiminde söylenir. Gezilen yerler sırayla anlatılırsa, deyiş, sıra gezmece
veya sıralı gezmece adını alır. Kerem’in (Aslı’nın âşığı) Pasin, Erzurum
köyleri için söylediği deyişler bilinen en eski gezmecelerdir.
GİRİZGÂH
Kasidelerin nesip bölümünden sonra medhiye bölümüne geçerken
söylenen beyit veya beyitler. Aslı girizgâhdır ve kaçış yeri anlamına gelir.
Kasideler çokluk bir tasvirle başlar. Ardından girizgahla asıl amaca geçilir.
Şair esprili bir sözle övgüye başladığını belirtir.
GNOMİK
Anlamlı sözleri nazımla anlatan manzum türü.
GRAMER
Bir dili meydana getiren ses, sözcük yapılışı, sözcük
haznesi, anlam değişmeleri, cümle kuruluşu gibi unsurları inceleyip kurallara
bağlayan dil bilgisi. Yunanca gramma kökünden geliyor.
GÜLDESTE
Seçme manzum ya da nesir yazılarının toplandığı dergi.
Antoloji de denebilir.
GÜNLÜK
Bir kişinin düşüncelerini, duygu ve gözlemlerini günü gününe
yazdığı ve o günün tarihini koyduğu yazılar. Ruzname olarak da bilinir. Günlük
bir tür anıdır. Ancak günlük günü gününe yazılır, anı ise olayların
yaşanmasından sonra kaleme alınır.
HÂBNAME
Bir olay, bir kişiyle ilgili düşünceleri sanki rüyada görmüş
gibi anlatarak yazılmış eserler. Hâbnameler nesir ya da nazım olabilir. Ziya
Paşa ile Namık Kemal’in "Rüya" adlı eserleri bu türe örnektir.
HÂCİB
İki ya da daha fazla kafiyeli olan manzumelerdeki bazı
sözcük ya da sözcükler. Sözcük anlamı perdeci, perde ağasıdır. Bu şekildeki
kafiyelere mahcub adı verilir. Örneğin
Âlem esir-I dest-I meşiyyet değil midir
Âdem zebun-I penç-I kudret değil midir
Avnî
HÂFIZ-I KÜTÜB
Kitapları koruyan kişi. Eskiden kütüphaneciler bu isimle
adlandırılırdı.
HANE
Divan ve halk edebiyatında dörtlüklerden kurulu nazım
türlerinin her bir dörtlüğü.
HASASET
Sözcük anlamı cimrilik. Ahlaka aykırı sayılan sözcükleri
edebi eserlerde kullanmaya denir. Ters anlamlısı "asalet"tir.
HAŞİYE
Bir metnin altına ya da kenarına konuyla ilgili açıklayıcı
bilgiler yazmak. Eskiden yeni kitaplar yazmak yerine mevcuk kitaplar bu
notlarla zenginleştirilirdi. Haşiye yazmaya tahşiye, tahşiye yazan kişiye
muhaşşi, haşiyeli eserlere de muhaşşa ismi verilir.
HAŞV ya da HAŞİV
Yazıda gereksiz söz bulunması. Eş anlamlı sözcüğü sık sık
kullanmak, anlam için gerekli olmayan kelimeler bulundurmak, aynı fikri değişik
kelimelerle tekrar etmek, aynı anlama gelen kelimeleri art arda söylemek,
yazıya yabancı fikir ve hayal karıştırmak haşivdir. Eskiler seci, söz sanatları
ve vezin için yazı veya şiire fazla söz katarlardı. Edebiyatımızda haşiv
örnekleri çok fazladır. Ü (ve) edatıyla bağlanan eş anlamlı sözler sık sık
kullanılmıştır. Örnek:
Ahd ü peyman, bey ü füruhi, ceng ü harb, etraf ü cevanib,
feth ü küşad, ferid ü yekta, ilm ü irfan, medh ü sitayiş, sehl ü asan, vak ü
zaman...
Şeyh Galib’in şu beyti haşvin açık bir örneğidir:
Var mı hele söylenmedik söz
Kalmış mı meğer denilmedik söz
Haşv müfsid ve gayr-i müfsid olmak üzere ikiye ayrılır.
1. Haşv-i müfsid: Anlatımı bozan söz kalabalığı için
kullanılır. Yazarın neyi nasıl anlatacağı hakkında kesin fikri olmazsa fikir
anlaşılmaz hale gelir, maksat ifade edilmez.
2. 2. Haşv-i gayr-i müfsid: Fikri anlaşılmaz hâle sokmayan
söz kalabalığı için kullanılır. Kabîh, malih ve mutavassıta olmak üzere üçe
ayrılır.
a. Haşv-i kabîh: İfadeye çirkinlik veren fazlalıklar.
Söylenmiş bir fikrin eş anlamlı kelimelerle tekrarlanmasında kabîh haşiv
görülür.
b. Haşv-i melih: Söze güzellik ve kuvvet kazandırmak için
söylenir. Gereksiz gibi görünen bu sözler ikinci derecede anlam ifade ederler.
c. Haşv-i mutavassıta: İfadeye güzellik vermediği gibi
çirkinlik de vermeyen fazla söze denir. Pek fark edilmeyen eş anlamlı
kelimelerin tekrarıyla meydana gelir.
Bir beytin iki mısrasının baş ve son parçaları arasında
bulunan parçalara da haşiv denir.
HATIRAT
Bir kimsenin kendi hayatını, yaşadığı devrede gördüğü veya
duyduğu olayları anlattığı yazılardır. Hatıratı, otobiyografiden ayıran özellik
şudur: Otobiyografilerde yazar doğrudan kendi hayatını anlatır, duygu ve
düşünceleri geniş yer tutar. Hatıratta ise, kendi hayatıyla birlikte dönemini
ve çevresini anlatır. Bazen yazarın kendisini geriye çekerek sadece çevresini
verdiği de görülür.
HAYFA
"Yazık, eyvah!" anlamlarına gelen bu kelime Arap
harfleri ile bir kelime, noktalı, bir kelime noktasız düzenlenen yazıların
adıdır. Tarih mısralarında keder ifadesi için kullanılır.
HÂYÎDE
Ağızdan ağıza dolaşmış, herkes tarafından kullanılmış, çok
duyulmuş söz. Edebiyatta bu tür sözlerin kullanılması kusurlu sayılır. Örnek:
Hâyîde edâya sanma kim el
Bir kerre daha demişler evvel
Şeyh Galib
HAZF
"Giderme, kaldırma" anlamına gelir. Bir ifadedeki
kelimelerin bir veya bir kaçını ya da bazı cümleleri kaldırma suretiyle yapılan
söz kısaltmasına denir. Kasdedilen anlamı tek bir kelime ile söylemeye de hazf
ü takdir denir. Arap harfi Türçe metinlerde noktasız harflerle meydana
getirilen söz için de bu tabir kullanılır. Bî-nukat, tecrid gibi sözcükler de
aynı anlama gelir.
HİCVİYE
Kişilerin veya toplumun kötü yönlerini, kusurlarını, gülünç
durumlarını alaylı bir dille ortaya koyan manzum yazılar. Medhiye’nin tersi
kabul edilir. Yergi de denen hicviye halk edebiyatında taşlama adını alır.
Hicviyelerde mübalağalı üslûp kullanılır. Hicvedilen kişi şahsiyetinin gerçek
yönleriyle ilgisi olmayan yergi ve sövgülerle aşağılanır.
HİKMET
Doğadaki nesnelerin mahiyetini, asıllarını anlatan bilgi,
ahlaki ve öğüt verici sözdür. Edebiyatta, dini-ahlaki konuları işleyen, nasihat
eden, atasözleri ve öğütlerle süslü nazma denir. Bu tür şiirler hikemi şiirler
diye bilinir.
HİLYE
Hz. Muhammed’in iç ve dış vasıflarını anlatan yazılar.
Kelime, "Süs, ziynet, cevher, güzel yüz, güzellikler" anlamında.
Hilyelerde Hz. Muhammed’in göz ve saç rengi, şekli, boyunun uzunluğu,
konuşması, sesinin tonu, belli başlı tavrı, bedeni ve diğer maddi özellikleri
tanımlanır. Mevlid ve mirâciyeler gibi İslamiyet’in gelişme döneminde ortaya
çıktı. Osmanlı döneminde yaygınlaşarak orijinal eserler yazıldı. Hilye ismi de
bu dönemde verildi.
HİTABET
Söz söyleme sanatı. Bir topluluğa bir fikri, bir davayı
aşılamak, bilgi vermek için yapılan konuşma.
HÜSN-İ TA’LİL
Anlamla ilgili edebi sanat. Divan edebiyatında bir olayın
meydana gelişini hayali ve güzel bir nedene bağlama yoluyla yapılır. Bu nedenin
gerçekle ilgili olmaması ve kesin bir etkeninin bulunması gerekir. Hüsn-i
tevcih diye de anlandırılır. Eğer neden, güya, sanki, acep, acaba, meğer gibi
sözcüklerle olasılıklara dayandırılırsa şibh-i hüsn-i ta’lil (yani yarım hüsn-i
ta’lil) yapılmış olur. Örnek:
Aceb bi bağ kenârında dursa lâle hacil
Ki lâlezâr-ı cemâlinde hûr u zârındır
Ahmet Paşa
(Lale bağ kenarında utungaç dursa şaşılır mı? Çünkü o lale
bahçesine benzeyen yüzünün güzelliği yanında senin bir düşkünündür. Yani şair,
sevgiliye, "senin yanakların o kadar kırmızı ki, lale bile onun yanında
utanır kızarır" diyor. Lalenin kırmızılığı güzel bir nedene bağlanıyor.)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder