17 Eylül 2011

DİL NEDİR?



Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlayan doğal bir araç, Kendisine özgü yasaları olan ve ancak bu yasalar çerçevesinde gelişen canlı bir varlık, Temeli bilinmeyen zamanlarda atılmış bir gizli anlaşmalar sistemi, seslerden örülmüş sosyal bir kurumdur.

Bir sesli işaretler sistemi olan dil, aynı toplulukta yaşayan veya aynı milletten olan insanların anlaşabilmelerini sağlayan en gelişmiş iletişim aracıdır. Dilin kaynağı çok eskilere dayanır ve dilin kendinden doğma kuralları vardır. Dil, toplumun ortaklaşa meydana getirdiği ve kullandığı canlı bir varlık, sosyal bir kurumdur.


İnsan, canlılar içinde düşünen, duyan, anlayan, öğrenen, üreten bir varlıktır. Bu niteliklerden dolayı, öteki canlılardan daha üstündür.İnsan bir toplum içinde yaşamak, ihtiyaçlarını karşılamak için çevresindekilerle konuşmak, anlaşmak mecburiyetindedir.Bu mecburiyeti insanoğlunu, duyup düşündüklerini kendinden başkalarına da duyuracak bir anlatım aracı bulmaya itmiştir. Böylelikle ilk başta ilkel, sonraları gittikçe gelişen anlaşma yolları bulunmuştur.
İnsanların, önceleri çeşitli işaretlerle sağladıkları anlaşmalar daha sonra basit seslenmelere ve ünlemlere dönüşmüştür. Bu ünlemler aşama aşama duygu, düşünce ve dileklerimizi belirtebileceğimiz konuşmaya ulaşmıştır.
Medeniyette gelişme hızlandıkça anlatılacak olan kavramlar çoğalmış, kullanılan sesler gitgide özel anlamlar kazanmış, kelimeler ortaya çıkmış ve ilkel bir konuşma dili oluşmuştur.İnsanlar arasında anlaşmayı sağlayan en gelişmiş bildirim aracı dildir. Dil, dilbilimciler tarafından bir toplumu oluşturan kişilerin düşünce ve duygularının o toplumda ses ve anlatım bakımından geçerli ortak ögeler ve kurallardan faydalanılarak başkalarına aktarılmasını sağlayan çok yönlü ve gelişmiş bir sistem olarak tanımlanmıştır.

Ana dil
Bugün ses yapısı, şekil ve anlam bakımından birbirinden az ya da çok farklılaşmış bulunan dil veya lehçelerin, kök bakımından bilinmeyen bir tarihte birleştikleri ortak dil: Ana Türkçe, Ana Moğolca, Ana Altayca, Lâtince vb. İnsanın doğup büyüdüğü aile ve soyca bağlı bulunduğu toplum çevresinden öğrendiği, bilinç altına inen ve kişilerle toplum arasındaki ilişkilerde en güçlü bağı oluşturan dil.

DİLİN ÖZELLİKLERİ

1. Dil canlı bir varlıktır:
Dil, kalıplaşmış, değişmez, durgun bir yapıya sahip değildir.Aksine kendi yapı ve işleyişinin gerektirdiği özelliklere, tarih, sosyal ve kültürel şekillenmelere bağlıdır. Zaman içinde az veya çok değişerek yol alan sürekli bir akış halindedir.Dil kelimeye dayanır ve kelime hayatın akışı içinde çeşitli yönleriyle değişikliğe uğrar.

Bunu, dilimizdeki bazı kelimelerin zamanla yok olmasıyla (budun), bazı kelimelerin anlam değişikliğine uğramasıyla (yavuz: kötügyiğit), başka dillerden kelimeler alınmasıyla (misafir), sonradan türetme yoluyla yeni kelimeler oluşturulmasıyla (bilgisayar) açıklayabiliriz. Öyle ki, artık Türkçenin lehçeleri arasındaki ortaklıklar fark edilemeyecek kadar azalmış, Türkçenin kolları anlaşılmaz derecede büyük değişikliklere uğramıştır.

2. Dil sosyal bir kurumdur:
Dil, insanın iç dünyası ile dış dünyası arasında bağlantı kuran bir araçtır. Bu da öncelikle konuşma ile gerçekleşir. Ancak, konuşmanın gerçekleşebilmesi için insanın tek olarak bulunması yeterli değildir. Bir kimse düşünce ve duygularını konuşma yoluyla başkalarına aktarabildiğine göre dilin varlığı, insan topluluklarının varlığına bağlıdır. Dil, tek bir insan varlığının olduğu kadar toplumun varlığının da ayrılmaz bir parçası ve temel taşlarından biridir. Dilin toplumla olan bu yakın bağı onu sosyal bir kurum haline getirmiştir.İnsanlar, konuştukları dilin temel kavramları üzerinde anlaşmışlardır. Kelime ile karşıladığı kavram arasındaki çağrışım ilişkisine dayanan bu anlaşmayı, dağ, pınar, yol kelimeleriyle örneklendirebiliriz. Bu kelimeler, hepimizin zihninde aynı kavramları canlandırır. Dilin bağlı olduğu kurallar ve kanallar vardır. Bunlar da onun sosyal bir varlık olduğunun katıdır.


3. Dil, düşüncenin göstergesidir.
Dil ve düşünce birbiriyle uyumlu bir gelişme gösterir.İnsanın dili geliştikçe düşünce ufku da gelişir.İnsanın düşünce ve zekası dilinde ve dil ürünlerinde karşımıza çıkar. Bir insanın düşünce dünyasını konuşmasından anlayabiliriz; biz de konuşmalarımızı düşünce dünyamızın el verdiği ölçüde ayarlayabiliriz


DİLİN ÖNEMİ


Dil, gelişmiş bir iletişim aracıdır.
Dilin varlığı, ancak insanın varlığıyla mümkündür.
Dil, seslerden oluşmuş bir anlaşma sistemidir.
Tam anlamıyla anlatma ve anlaşma; seslerden örülü kurallar bütünü olan “dil” ile sağlanır.
Dil, düşünce ve zekânın bir göstergesidir.
Dil, canlı bir varlıktır. (adak, ayıg, sarıg, edgü, gök [kök], uçmak, yanıt, yabız vb.)
Dil, sosyal bir varlıktır.
Dil, bir ortaklıktır.
Dil, sadece iletişim kurmakla kalmaz, aynı zamanda bu iletişim sonucu doğan kültür unsurlarının da nesilden nesle aktarılmasını sağlar.


Dilin önemiyle ilgili sözler

Bir ülkenin yönetimini ele alsaydım, yapacağım ilk iş, hiç şüphesiz dilini gözden geçirmek olurdu.Çünkü, dil kusurlu ise kelimeler düşünceyi iyi ifade edemez.Düşünce iyi ifade edilemezse, görevler ve hizmetler gereği gibi yapılamaz. Görev ve hizmetin gerektiği şekilde yapılamadığı yerlerde âdet, kural ve kültür bozulur. Âdet, kural ve kültür bozulursa, adalet yanlış yollara sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez.İşte, bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar önemli değildir.
                                                                                                                                            KONFÜÇYÜS

“Ülkesini ve yüksek istiklâlini  korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
 “Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir.Çünkü, Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felâketler içinde ahlâkını, ananelerini, hatıralarını, menfaatlerini, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyinin dili sayesinde muhafaza  olunduğunu görüyor.
 “Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.”
                                                                                                                                               ATATÜRK




DİLİN MİLLET HAYATINDAKİ YERİ VE ÖNEMİ
Dil birliği, milleti oluşturan özelliklerin başında gelir.
Bir milletin dili; onun tarihi, dini ve kültürüyle iç içedir.
Millet için gerekli olan her şey, dilde saklanır.
Dil; milletin manevî ve kültür değerlerini, millet olabilme özelliklerini bünyesinde sımsıkı muhafaza eder.
Dil, milleti meydana getiren bireyler arasında ortak duygu ve düşünceler meydana getirir.
Dil, milletin birlik ve bütünlüğünü sağlayan en güçlü bağdır.
Dil, milletin kültürünü ve tarihini gelecek nesillere aktararak tarih bilinci oluşturur.
Milletin özellikleri dil kullanılarak yeni nesillere öğretilir
            Dil, geçmişi bugüne, bugünü yarına bağlar.
            Sanat (özellikle edebiyat) eserleri dille oluşturulur ve milletin estetik anlayışını ortaya kor.
            Dil kendi canlılığı ve sosyal oluşu ile milleti de canlı ve bir arada tutar.



DİL - KÜLTÜR İLİŞKİSİ


DİL-KÜLTÜR MÜNASEBETİ

KÜLTÜR
Sözlük anlamıyla “1. Tarihî, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddî ve manevî değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere ilet­mede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü, hars, ekin, 2. Bir topluma veya halk topluluğuna özgü düşünce ve sanat eserlerinin bütünü, 3. Muhakeme, zevk ve eleştirme yetenekle­rinin öğrenim ve yaşantılar yoluyla geliştirilmiş olan biçimi, 4. Bireyin kazan­dığı bilgi, 5. Uygun biyolojik şartlarda bir mikrop türünü üretme, 6. Tarım” şeklinde tanımlanan kültürün farklı alanlar için değişik tanımları ve yorumları da vardır. Atatürk’ün ifadesiyle kültür; okumak, anlamak, görebilmek, görebil­diğinden anlam çıkarmak, uyanık davranmak, düşünmek, zekayı terbiye etmektir.
Prof. Dr. Zeynep Korkmaz kültür konusunda şunları söyler: “Kültür, insanı öteki yaratıklardan ayıran, dolayısıyla da yalnızca insana vergi olan bir özelliktir. En ilkel topluluklardan başlayarak en gelişmiş insan topluluklarına varıncaya kadar, bütün toplumların kendilerine göre birer kültürlerinin bulunduğu inkâr kabul etmez bir gerçektir. Ne var ki, toplumların hayat karşısındaki tutum ve davranışları biribirinden farklı olduğu, yaşayışlarında, eğitim ve düşünce tarzlarında, yaratıcılıklarında biribirini tutmayan başkalıklar bulunduğu için bu başkalıklar, kültürleri toplumdan topluma değişik ve çeşitli yapılarda karşımıza çıkarmıştır. Bir kültür için vazgeçilmez önem taşıyan unsurlar, başka bir kültür için önemsiz sayılabilir. Toplumların ve dünyadaki milletlerin mozayik hâlindeki farklı görünümleri de genellikle kültür yapılarındaki bu farklılıktan kaynaklanmaktadır.”
Kültür, milletin fertleri arasında sosyal akrabalık bağını oluşturan (başta dil olmak üzere, tarih, din, örf ve âdetler, hukuk sistemi, müzik, güzel sanatlar, ekonomi, ahlâk anlayışı ve dünya görüşü... gibi) maddî ve manevî değerlerin tümüdür ve bu değerler kültürün başlıca unsurlarını oluşturur. Bunlar o milletin fertlerini birbirine bağlarken, diğer milletlerden ayırır; içeride birleştirici, dışarıya karşı ayırıcı rol üstlenir.
Bu açıklamalardan sonra kültürün özellikleri şöyle özetlenebilir:

Kültürün özellikleri

Kültür;
1. Millîdir,
2. Tarihîdir,
3. Özgündür,
4. Milletin ortak malıdır,
5. Canlı ve tabiî bir varlıktır,
6. Ahenkli bir bütündür,
7. Özü değiştirilemez.

Devletler; milletlerin kendilerini korumak, yaşatmak ve yükseltmek için kurdukları sosyal organizasyonlardır. Devletin varlığı milletle mümkündür. Milleti ayakta tutan, ona dinamizm ve ruh veren temel güç ise millî kültürdür. Bu tarihî ve sosyal gerçek, Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür.” özdeyişinde veciz ifadesini bulmuştur.
Kültür, bir değerler bütünü, bir yaşama tarzıdır. Yüzyıllar içerisinde, bir milletin diğer milletlerden farklı olarak geliştirdiği duygu, düşünce ve hayat görüşü, kültür’dür. Kültür; gelenek ve görenekleri, hukuk sistemini, ahlâk anlayışını, dünya görüşünü içine alır.

DİL VE KÜLTÜR
Dil, millî kültürün temel unsuru ve taşıyıcısıdır. Maddî-manevî kültürel değerlerin oluşmasında ve aktarılmasında dilin inkar kabul etmez bir rolü vardır. Edipler, kendi dönemlerindeki olayların, anlayışların, geleneklerin... izlerini ister istemez, yazılı veya sözlü olarak ortaya koydukları eserlerine yansıtırlar. Bu eserleri okuyan yeni nesil, kendi kültürünü, kendi değerlerini öğrenir ve sosyal bir miras olarak kendinden sonra gelenlere aktarır. Bütün bunlar dil sayesinde gerçekleştiği için dil ve kültür birbirini tamamlayan birbirinden ayrılmayan unsurlardır. Dil olmaksızın kültür aktarımı sınırlı kalır. Dil, geçmişi bugüne, bugünü yarına bağlar.

 Ziya Gökalp. dili kültürün temel unsuru sayar. 0, bu görüşünde haklıdır. Zira dil, duygu ve düşüncenin âdeta kabıdır. Bir milletin bütün duygu ve düşünce hazinesi, dil kabına veya kalıbına dökülür ve bu dil kabı ile yerden yere, nesilden nesle aktarılır. Yazı, dilin sesini kaydeden bir vasıta olarak dilin bir parçasıdır. Fakat kültür. söz ile de bir millet arasına     yayılır . 
Dil kültürün temeli olduğuna göre, bir milletin dil ile ifade ettiği sözlü. yazılı her şey kültür kavramına girer. Sabahtan akşama kadar evde. sokakta. çarşıda, iş yerinde konuşan halk, farkında olmadan dil tarlasını eker, biçer. Dilin duygu ve düşünce ile dolmasının sebebi, günlük hayata çok yakın olmasıdır. 
Aslında dili yaratan hayat, daha doğrusu sosyal hayattır. Anne çocuğuna bir oyuncak verir: ” Bak sana otomobil getirdim “ der. Böylece çocuk. oyuncak otomobil ile beraber “ otomobil “ kelimesini öğrenir. Fakat dil her zaman böyle bir eşya gösterilerek  öğrenilmez. Bebek etrafında mânâsını anlamadığı birtakım sesler duyar. Zamanla onların bir şeye tekabül ettiğini öğrenir.
Dil deyince, konuşulan ve yazılan bütün kelime  ve cümleleri anlamak lâzımdır.Halk günlük hayatında kelimeleri menşelerine göre ayırmaz. Onu ilgilendiren, kelimelerin mânâsı, işe yaramasıdır. Bir bakkal dükkânında on dakika oturup halkı dinleyerek hangi kelimeleri kullandığını tespit edebilirsiniz.
İlle öztürkçe yazılmamış,” normal “, “ tabii “  yazılı bir mahsulde, bir gazete veya kitapta da bu işi yapabilirsiniz. ” Normal “  ve “ tabii “  konuşan halk gibi, “ normal “  ve “ tabii “ yazan bir yazar da kelimelerin menşeine değil mânâsına, nüansına ve işe yararlılığına önem verir .
Konuşma veya yazı dilinde kelimeleri, Türkçe, yabancı diye ayırmak “ normal “ veya “ tabii “ konuşma ve yazmaya aykırı bir davranıştır. Bu yapma tutumu kırıtkan kadınların hâl ve tavrında olduğu gibi derhal fark edersiniz. Böyle yapanlar dikkatlerini bahsedecekleri şeye verecekleri yerde belli kelimelere verirler. Onlar için önemli olan eşya, duygu ve düşünce değil, öztürkçe kelimelerdir. Bir yazan değerlendirirken, fikirlerine değil, kullandığı kelimelere bakarlar. Onlara göre öztürkçe kelime kullananlar iyi, kullanmayanlar kötüdür. Bu ölçüyü öztürkçeden önce yazılmış eserlere tatbik ederseniz, hepsi kötüdür. Fuzuli, Baki, Nedim, Şeyh Galib, Fikret, Akif, hattâ Yahya Kemal, Reşat Nuri bile... Böyle bir davranış tarzının ne kadar barbarca  olduğunu buna göre ölçebilirsiniz.
Her millet dilini ve kültürünü yüzyıllar boyunca yoğurur. Bu esnada o, akan bir nehir gibi, içinden geçtiği her topraktan bazı unsurları alır. Her medenî milletin konuşma ve yazı dili, karşılaştığı medeniyetlerden alınma kelime ve deyimlerle doludur. Bu bakımdan her milletin dili, o milletin çağlar boyunca yaşadığı tarihin âdeta özetidir. Dile bu gözle bakılırsa mânâ kazanır.
Batılı dil âlimleri, filologlar yazılı veya sözlü kültür  eserlerini incelerken, bir arkeolog gibi hareket ederler. Bir nevi “ dil arkeolojisi “ yaparlar. İlkin inceledikleri metnin tarihini tespite çalışırlar. Zira, her metin dil tarihinin bir kesitini verir. O kesitte, o anda bulunan ve o ana kadar dile girmiş olan her kelimenin, yerli, yabancı ayırmaksızın yazılışı, söylenişi, mânâsı dikkatle tespit edilir. Zira en küçük bir işaret, bir ses değişmesi, o kelime hatta bütün metnin, mânâsını değiştirebilir. Eğer Sümerce bir metinde Tanrı ve at kelimeleri Türkçe Tanrı ve at mânâlarına  geliyorsa, bu, bütün insanlık tarihine yeni bir gözle bakmayı gerektirir. Bundan dolayı dil âlimleri, filologlar eski metinleri incelerken kılı kırk yararlar .  Kelimelerin menşeleri onları dil ve kültür tarihi bakımından ilgilendirir. Göktürk harfleriyle yazılmış bir mezar taşında görülen Çince, Hintçe bir kelime, dil ve kültür tarihi bakımından önemli bir mânâ taşır. Türklere ait eski metinlerde sade Türkçe kelimelere önem vererek, yabancıları bir kenara atmak hem kültür kavramına, hem de ilmî düşünceye aykırıdır. Dili bir milletin medeniyet tarihinin aynası olarak inceleyenler, onda pek çok şey görürler.
Dil ile tarih ve kültür arasındaki münasebeti bilen bir kimse, dili tek başına almaz. Zira dilde her kelimenin yazılış, ses, şekil ve mânâsını tayin eden, tarih ve kültürdür. Yunus Emre'nin şiirlerinin dilini, yazıldığı devir ve çevreden ayrı  ele alamazsınız. Zira ağacın kökleri gelenek ile beraber , yetiştiği topraklara sımsıkı bağlıdır. Bu da gösterir ki, filolog sadece dilci değil, geniş kültürlü, kafası dil gibi hayatın bütün imkânlarına açık bir insan olmalıdır.
Kültür eserleri, dilin belli bir yer ve anda donmuş şekilleridir. Bu bakımdan onların abidelerden farkları yoktur. Kütüphaneler dil abidelerini toplayan müzelerdir. Dil, bir kap olduğuna göre onlara ” duygu, düşünce, hayal müzeleri “ demek gerekir. Biz eskiden yaşamış insanların hayat tecrübelerini, inanç ve değerlerini bu eserlerden öğreniriz. Aslında dili hem şekil, hem muhtevasıyla inceleyen filolojinin gayesi, insan kültürünü tanımaktır. Fakat bu görüşe ancak dil ile kültür arasındaki bağlantıyı görenler ulaşabilirler.


DİL BİLGİSİNİN BÖLÜMLERİ

Ses, hece, kelime, kelime grubu, cümle gibi birimlerden oluşan dilde bu unsurları inceleyen, dilin özellikleriyle konuşmada ve yazmada uyulması gereken kuralları belirleyen bilim dalına dil bilgisi denir.
Dil bilgisinin bölümleri:

1. Ses bilgisi (fonetik): Sesler, seslerin oluşması, sınıflandırılması, heceler, ses değişmeleri, ünlü ve ünsüz uyumları, ünlü-ünsüz ilişkileri, ses olayları vb. konular ses bilgisinin konularıdır. Örnek: a, ba, a-ra-ba, kaşık>kaşığı, yegâne vb.

2. Kelime bilgisi (morfoloji): Şekil bilgisi de denir. Dil biliminin, kelimeleri, kelime yapılarını, anlam ve görev yönünden kelime türlerini, kelimelerin şekil ve anlam bakımından gösterdikleri değişmeleri inceleyen koludur. Örnek: basit, türemiş, birleşik kelimeler; isimler, sıfatlar, zamirler, edatlar; adlaşmış sıfatlar vb.

3. Cümle bilgisi (sentaks): Cümleleri, söz dizimini, cümle kuruluşunu, cümle öğelerini ve cümle türlerini ele alır. Örnek: devrik cümle, kurallı cümle, basit cümle, kesik cümle, özne, yüklem, nesne vb.

4. Anlam Bilgisi (semantik): Kelimelerin tarihî süreç içerisinde geçirdikleri anlam değişmelerini ve türlü anlam özelliklerini inceler. Örnek: gerçek, yan, mecaz anlamlı kelimeler; eş sesli, eş anlamlı, zıt anlamlı kelimeler; deyim, terim, argo anlam; anlam daralması, anlam genişlemesi, mecaz-ı mürsel, güzel adlandırma vb.

5. Köken bilgisi (etimoloji): Kelimelerin kökenini, yani başlangıçta nasıl olduğunu, sonradan ne gibi değişmelere uğradığını, bir kelimenin Türkçe mi yoksa başka dilden mi olduğunu vb. inceler. Örnek: geliyorum < kele yorır men, ev < eb...


DİLLERİN SINIFLANDIRILMASI

Her milletin, her kavmin kendine göre bir anlaşma sistemi olduğu gerçeğinden yola çıkarak, dünyada ne kadar kavim varsa o kadar dil vardır diyebiliriz. Nitekim, bugün ölü olan dillerle birlikte yeryüzünde yaklaşık olarak üç bin civarında dilin varlığından bahsedilmektedir. Ancak nüfus itibariyle yüz milyondan fazla kişi tarafından konuşulan dilleri saymak istersek bu sayının parmakla sayılabilecek kadar azalacağı görülecektir.
Dilin nasıl doğduğu ve konuşmanın nasıl ortaya çıktığı konusunda dil bilimciler tarafından birtakım teoriler ortaya atılmıştır. Bunlardan bazılarına göre konuşma, insanın tabiattaki sesleri taklidinden ortaya çıkmıştır. Bazılarına göre ise bütün dünya dilleri tek kaynaktan doğmuştur. Bu ve bunun gibi teorilerin her birinin kendine göre bazı mantıklı gerekçeleri olmakla birlikte dil araştırmaları için gerekli olan metinlerden en eski yazılı belgelerin günümüzden ancak 5500 yıl kadar öncesine ait olması, ilk insanların ise bundan binlerce, belki de milyonlarca yıl önce yaşamış olmaları, dillerin doğuşu hakkında kesin bir yargıya varılamayacağını gösteriyor.
Yeryüzündeki diller söz dizimi, zaman, yapı, canlı olma – ölü olma, kaynak olma ve türeme , edebî dil, konuşma dili gibi çeşitli prensiplere göre sınıflandırılmaktadır. Biz burada dilleri yapı ve köken akrabalığına göre sınıflandırma geleneğine uyarak iki başlık altında inceleyeceğiz:


I. KÖKEN BAKIMINDAN DİLLER
Köken bakımından birbirine yakın, aynı kaynaktan çıkan akraba diller  dil ailelerini oluşturlar. Dillerin birbirleriyle bir dil ailesi oluşturacak şekilde akrabalıklarının saptanmasında o dillerin ses yapısı, şekil yapısı, cümle yapısı, köken bilgisi ve ortak kelimeleri bakımlarından benzerlikleri araştırılır. Bir dil ailesindeki dillerin kökenini oluşturan ana dile ait metinler pek bulunmasa da  gruptaki diller arasında yukarıda sayılan noktalar bakımından benzerliklerin bulunması, zamanla birbirinden uzaklaşan dillerin, bilinmeyen bir yerde ve zamanda konuşulan ana dilden ortaya çıktığını göstermektedir. Bir ana dile ait metinler olmasa bile, bu ana dilin bir çok özelliğini, kendisinden türeyen, ailedeki dilleri birbirleriyle karşılaştırarak tespit etmek mümkündür.
Dil ailesi ifadesi, dillerin köken akrabalığını belirtmeye yarar. Bu terim, akraba dilleri konuşan milletlerin aynı soydan geldikleri anlamını taşımaz. “Aynı soydan gelen ve dilleri akraba olan milletler bulunduğu gibi, ırk bakımından birbirleri ile hiçbir ilişkisi bulunmayan fakat aralarında kültür ilişkisi ve kültür bağı görülen milletler de vardır. Nitekim, Hint – Avrupa dil ailesi içinde yer alan diller, birbirleri ile soy bağı bulunmayan birçok millet tarafından konuşulmaktadır. Bu diller herhangi bir soy ve ırk birliğine bağlı olmaksızın, temelde ortak bir ana dile dayanan, birbirinden türemiş; fakat zaman içinde değişip başkalaşmış olan dillerdir. Fransız ve Rumen dillerinin Lâtinceden türemiş olmaları gibi.
Aynı dil ailesinden gelen diller arasındaki akrabalık da derece derecedir. Bir ana dilin ayrı ayrı kollarından gelen diller, İngilizce ile Farsçada olduğu gibi uzak akrabalardır. Aynı ana dilin aynı dalından gelen kollar ise Almanca ve İngilizcede olduğu gibi yakın akrabalardır.”
Köken akrabalığına dayanan belli başlı dil aileleri şunlardır:


1. Altay dilleri

A. Türkçe
B. Moğolca
C. Mançuca - Tunguzca
D. Korece
E. Japonca
2. Ural dilleri
A. Fin -Ugor dilleri
A) Fince
B) Macarca
C) Ugorca
B. Samoyedce


3. Hint - Avrupa dilleri
A. Asya kolu: Hintçe, Farsça, Ermenice, Hititçe
B. Avrupa kolu:
A) Lâtin dilleri: Lâtince, Fransızca, İspanyolca, Portekizce, İtalyanca, Rumence
B) Slav dilleri: Rusça, Bulgarca, Sırpça, Boşnakça, Hırvatça, Lehçe, Makedonca
C) Germen dilleri: Almanca, İngilizce, İsveççe, Norveççe, Felemenkçe, Danca
Hiçbir gruba girmeyen bağımsız Avrupa dilleri (yunanca, Arnavutça, Litvanca, Keltçe)
4. Hami - Sami dilleri
A. Arapça
B. İbranice
C. Berberî dilleri
D. Akadca
E. Aramca
5. Çin - Tibet dilleri
A. Çince
B. Tibetçe
6. Bantu dilleri (Afrika’nın orta ve güney bölgelerinde yaygın olarak konuşulan dillerdir.)
7. Kafkas dilleri
A. Güney Kafkas kolu: Gürcüce
B. Kuzeybatı Kafkas kolu: Çerkez, Abhaz, Ubıh
C. Kuzeydoğu Kafkas kolu: Çeçen - Lezgi, - Dağıstan, Hazar


II. YAPILARINA GÖRE DİLLER

Dünya dilleri, dili oluşturan kelimelerin, eklerin, bu eklerin kuruluş ve işleyişleri gibi yapı bakımından gösterdikleri benzerliklerine göre üç gruba ayrılır:

1. Tek heceli diller
Bu gruptaki dillerde, kelimeler, bir heceden oluşmaktadır. Cümleyi meydana getiren kelimeler, ek almazlar ve şekil değişikliğine uğramazlar. Bu dillerde kelimenin görevi cümle içindeki sırasından ve vurgusundan anlaşıldığı için çok zengin bir vurgu ve tonlama sistemi vardır. Kelime çeşitleri özel seslerle ayırt edilmediği için aynı kelime yerine göre hem isim , hem sıfat, hem fiil, hem edat,... olabilmektedir. Çince ve Tibetçe bu grubun tipik dillerindendir. Bazı Himalaya ve Afrika dilleriyle Endenozya dilleri ve Vietnam dili de bu gruba dahil edilir.
Bu dillerde “birleşik kelimeleri oluşturan kelimeler bile biri birinden ayrı yazılır: Vo yav kan şu. Çince bu cümle kelime kelime şöyle çevrilebilir: Ben istemek bakmak kitap. Bu cümleyi Türkçe olarak söyleyecek olursak şöyle düzenleriz: Ben kitap okumak istiyorum. Dien sı ci: Elektrik görme cihaz. Bu üç kelimeden kurulmuş söz  televizyon  anlamındadır.”


2. Eklemeli diller
Bu gruptaki dillerde tek veya çok heceli kelime kökleriyle ekler vardır. Bu dillerde, kelime köklerinden yeni kelimeler türetilirken veya kelimelerin geçici durumları yapılırken kelime köklerine ekler getirilir. Türetme veya çekim sırasında kökte bir değişme olmaz. Köklerle ekler birbirinden kolaylıkla ayrılabilir. Anlam ve görev değişikliği yapan ekler kelime sonuna getirildiği gibi kelime başına getirilen ekler de vardır. Türkçemiz bu grubun en belirgin örneğidir. Dilimizde ön ekler olmadığı hâlde kelime sonuna getirilen eklerde bir zenginlik ve çeşitlilik vardır. Bu özelliğiyle dilimiz, sondan eklemeli bir dildir. Moğolca, Mançuca, Tunguzca, Macarca, Fince ve Samoyetçe bu grupta yer alan diğer dillerdendir.

3. Çekimli diller
Çekimli dillerde de kelime kökleriyle ekler vardır. Fakat yeni kelimeler türetilirken veya çekim yapılırken kelime kökünde değişiklikler olur. Hint-Avrupa dillerinde kelime kökünde görülen değişiklik kökü tanınmayacak bir şekle sokar, ortaya çıkan yeni kelimede kökü hatırlatacak bir ses, bir işaret bulunmaz. İngilizce’deki uzanmak fiilinin lie / lay / lain,  yapmak fiilinin do / did / done, gitmek fiilinin go / went / gone; Almanca’daki atmak, fırlatmak fiilinin werfen / warf / geworfen; sein yardımcı fiilinin bin, ist, sind, war, waren... şekillerine girmesi gibi.
Arapça gibi çekimli dillerin bazılarında ise kökteki ünlüler değişirken türetilen yeni kelimeyle kök arasındaki ilgiyi koruyan bir bağ, kendisini hissettirir. Çekimli dillerin tipik bir örneği olan Arapçada, kelimenin çekirdeğini oluşturan ünsüzler değişmezken belli kalıplarla yeni kelimeler türetilir. Aynı kökten olan ders, medrese, müderris, tedrisat kelimelerinde d, r, s ünsüzleri sabit kalırken ünlüler ve bazı gramer unsurları değişmektedir.


1. Eklemeli diller: Türkçe, Macarca, Moğolca, Fince, Japonca, Korece...
2. Çekimli (bükümlü) diller: Arapça, Farsça, Lâtince, İngilizce, Fransızca, Rusça...
3. Tek heceli diller: Çince, Tibetçe...




TÜRKÇE’NİN DÜNYA DİLLERİ
ARASINDAKİ YERİ
 

Türkçe, dünya dilleri arasında yapı yönüyle sondan eklemeli diller grubunda; köken bakımından da Ural – Altay dil grubunun Altay dilleri ailesinde yer almaktadır.
Ural – Altay dilleri, diğer dil aileleri gibi sağlam bir aile oluşturmazlar. Bu gruptaki diller arasındaki yakınlık, köken akrabalığından ziyade yapı yönüyle benzerlik şeklinde ortaya çıktığı için sınıflandırmanın dil ailesi yerine dil grubu olarak yapılması görüşü benimsenmektedir.
Ural grubu dilleri konusunda derinlemesine yapılan araştırmalar, bu gruptaki dillerin akrabalığını kesinleştirmektedir. Doerfer, Nemeth, Bang, Clauson gibi bilginler, Altay dil ailesine giren dillerin köken akrabalığından ziyade kültür akrabalığı üzerinde dururken Menges, Poppe, Räsänen ve Ramstedt gibi bilginler araştırmalarına dayanarak bu diller arasındaki köken akrabalığını ispatlanmış sayarlar.
Son yıllarda Altaiystik başlı başına bir araştırma alanı olarak değerlendirilmeye başlanmıştır. Ural – Altay dilleri teorisi ve Altay dilleri teorisi hakkındaki araştırmalar geliştikçe bu konuda daha detaylı ve tutarlı bilgilere ulaşılacaktır.

Altay dil ailesinin ortak özellikleri şöyle özetlenebilir:
1. Bu gruptaki dillerin hepsi yapı yönüyle eklemeli dildir.
2. Ön ekler (artikeller) yoktur.
3. Kelime türetme ve çekim son eklerle yapılırken köklerde değişme olmaz. Eklerdeki zenginlik ve çeşitlilik dikkat çekicidir.
4. Söz diziminde yardımcı unsurlar (tamlayanlar, belirtenler) önce, asıl unsurlar (tamlananlar, belirtilenler) sonra gelir: insanlık hâli, sözün doğrusu. Mustafa, türkü söylerken kendinden geçiyordu.
Sıfatlar isimlerden önce kullanılır. yeşil ördek, anlayışlı öğrenci, kahraman ordu.  Sayı bildiren kelimelerden sonra çokluk eki kullanılmaz:, beş kardeş, üç kafadar, bin konut.
Cümleler, cümleyi oluşturan unsurların ilgisi bakımından, gelişmekte olan düşüncelerin akla geliş sırasına göre değil, tamamlanmış bir düşüncenin düzenli bir hiyerarşisi şeklinde kurulur.
5. Bu dillerde gramatik cinsiyet yoktur. Bu  sebeple cümlelerde cinsiyet farkından kaynaklanan değişiklik yapılmaz: Müdür – müdire, memur – memure, Halit – Halide; he – she gibi.
6. Soru eki vardır.
7. Aynı şekilden kaynaklandığı saptanan ortak ekler vardır. Türkçe ile Moğolca arasında bu ortaklık daha belirgindir.
8. Altay dilleri ses özeliklerine göre karşılaştırıldığı zaman birtakım ortaklıklar görülmektedir. Bunlardan en belirgin olanı, ünlü uyumudur. Kelime başında l, r  ve ñ ünsüzlerinin bulunmaması diğer bir ortaklıktır.

Hülasa;
1.Türkçe, köken bakımından Ural-Altay dil ailesinin Altay koluna mensuptur.
            2.Türkçe, yapı bakımından eklemeli diller grubundandır. Değişmez kökler, yapım ve çekim ekleri vardır. Öncelik yapım eklerinindir. Yapım ekleri anlam; çekim ekleri de görev  belirler.
3.Türkçe, sondan eklemeli bir dildir.
4.Türkçe’de kalınlık-incelik ve düzlük-yuvarlaklık uyumları vardır. Ünsüzler arasında da sertlik-yumuşaklık uyumu vardır.
5.Söz diziminde kelimeler yardımcı öğelerden ana öğeye doğrudur.



TÜRKÇENİN BAŞLICA ÖZELLİKLERİ

1.Türkiye Türkçesinde uzun ünlü yoktur.
2. “o” ve “ö” sesleri Türkçe kelimelerin sadece ilk hecesinde bulunur.
3.”j” sesi Türkçe kelimelerde yoktur.
4.Türkiye Türkçesinde “c, g, l, m, n, r, v, j, f” sesleri pekiştirmeli kelimelerle ses taklidi (yansıma) kelimeler dışında başta bulunmazlar.
5. Yumuşak ve süreksiz olan “b, c, d, g” sesleri, bazı istisnalar dışında sonda bulunmazlar.
6. Bir hecede iki ünlü yan yana bulunmaz.Birleşik kelimeler bu kuralın dışındadır.
7. Türkçe kelimelerin köklerinde birkaç istisna dışında iki ünsüz yoktur.(anne, elli)
8.Türkçe kelimelerin başında çift ünsüz bulunmaz.
9.Türkçe kelime ve hece sonunda bütün çift ünsüzler bulunmaz.
Ancak şu çift ünsüzler bulunur:”-lç, -lk,-lp,-lt,-nç,-nk,-nt,-rç,-rk,-rt,-rs,-rp,-st.”
10. Türkçe kelimelerin başında ve sonunda üç ünsüz bulunmaz. Kesime ortasında üç ünsüz bulunur. Bunların hepsi aynı hecede değildir.
11.Türkçe kelimelerde genelde ses uyumları vardır.



TÜRK YAZI DİLİNİN TARİHÎ GELİŞİMİ

Türk dilinin tarih içindeki gelişimini şu şekilde sınıflandırabiliriz:
1.Eski Türkçe
Türk yazı dilinin başlangıçtan 13. yy. başlarına kadar süren dönemdir. Eski Türkçe, ayrı yazılara dayandığı halde aynı dil geleneğini sürdüren Göktürk, Uygur, Karahanlı yazı dillerini içine alır.
 2.Kuzey Doğu Türkçesi
Türklerin Orta Asya’dan çıkıp geniş bir alana yayılmaları yazı dilinin dallanmasına yol açmıştır.Kuzey Doğu Türkçesi, Eski Türkçe’den sonra bir geçiş dönemi niteliği taşımıştır.
 3.Çağatay Türkçesi
Doğuda Harezm Türkçesinden gelişen Çağatayca, XV. Ve XIX. Yy.da Türkistan ve Altınordu alanında alanında kullanılmıştır.
4.Batı Türkçesi
Genel olarak Hazar denizinin güneyi ile Balkanlar arasında yaşayan Türklerin yazı diline verilen addır. Güney-Batı Türkçesi adı verilen bu yazı dili XIII. yy. başlarından beri kullanılmaktadır.



Türkçe kelimelerin etimolojik gelişimine örnekler
E.t. e.a.t. - os. T. - t.t.
Adak > ayak
- d - > - y -
E.t. e.a.t. - os. T. T.t.
Adıg > ayu > ayı
- d - > - y - - u > - ı
E.t. e.a.t. - os. T. T.t.
Edgü > eyü / eyi > iyi
- d - > - y - -ü > -i - e > - i
E.t. e.a.t. - os. T. T.t.
Sarıg > saru > sarı
- ı - > - u - - u > - ı
E.t. e.a.t. os. T. - t.t.
Yabız > yabuz > yavuz
- ı - > - u - - b - > - v -




TÜRKLERİN KULLANDIĞI ALFABELER
           
Türklerin kullandığı alfabeler tarih sırasına göre şunlardır:

            1- GÖKTÜRK ALFABESİ
Türkçe'nin yazıldığı il alfabe, bugünkü bilgilere göre Batı'da "runik" diye tanınan Göktürk alfabesidir. Bu alfabenin eski Türk damgalarından doğduğu, dolayısıyla Türkler tarafından icat edildiği kabul edilmektedir. Türkler arasında VII-IX. yüzyılla arasında yaygın olarak kullanılmıştır. Bu yazıya Batı'da runik denmesinin sebebi harflerinin eski İskandinav yazıtlarında kullanılmış ve runik alfabe diye adlandırılan yazınız harflerine benzemesidir. Bu alfabe Danimarkalı William Thomsen tarafından çözülmüştür. Göktürk alfabesiyle yazılan 732 yılında yazılan Kültigin abidesi Türk edebiyatının yazılı ilk eseri sayılmaktadır.
38 harften oluşan alfabenin 4'ü sesli, 26'sı sessiz, 8'i ise bitişken harftir. İçinde yuvarlak ünlü (o, ö, u, ü) bulunan sözleri doğru okuyabilmek için o sözleri önceden bilmek ve kestirmek gerekir. Sağdan sola ve yukarıdan aşağıya doğru yazılır. Harfler birbiriyle bitişmez; taş ve eşya üzerine kazınmaya elverişlidir.

2- UYGUR ALFABESİ
Türkler'in Göktürk alfabesinden sonra ve Arap alfabesinden önce kullanmış oldukları yazı sistemleri içinde en önemli alfabedir. VIII. yüzyıldan XVIII. yüzyıla kadar Doğu Türkistan'dan İstanbul'a kadar geniş bir alanda kullanılmıştır. Bu alfabe Ârâmî kökenli Soğd alfabesinden çıkmıştır. Genellikle Uygur yazısı olarak bilinen bu yazınız diğer Türkler'ce de kullanılmış olması mümkündür. Uygur alfabesi Türkçe^nin yazımı için elverişli olmadığı halde 1000 yıl gibi uzun bir süre kullanılmıştır. Uygur alfabesiyle yazılmış eserlerin çoğunu Budizm, Maniheizm ve Hristiyanlık'a ait metinler meydana getirir. Bu alfabe Türkler İslâmiyet'i kabul ettikten sonra da kullanılmıştır. Kutadgu Bilig denilen eserin üç nüshasından biri Uygur harfleriyle yazılmıştır.
18 harften oluşan alfabenin 4'ü sesli 14'ü sessiz harftir. Arap alfabesinde olduğu gibi harfler başta, ortada ve sonda farklı biçimde yazılmaktadır.

3- ARAP ALFABESİ
Tarih boyunca Türk diline uygulanan yazılar arasında en uzun sürelisi, aynı zamanda en yaygın olanı ve muhtemelen Türkler'in İslâm'a girmeye başladıkları IX. yüzyıldan itibaren kullanılmıştır. Hâlâ bu alfabeyi kullanan Türk halkları vardır. Türkçe'yi Arap harfleriyle ilk defa yazanlar Karahanlılar olmuştur. Mevcut bilgilere göre bu alfabeyle  yazılan ilk metin Divanü Lûgati't-Türk adlı eserdeki yazılardır. 

4- LATİN ALFABESİ
1928'de Atatürk'ün yaptığı harf inkılâbıyla Türkiye Türkçesi'nin yazımında kullanılan en son alfabe Latin alfabesidir. Bu alfabe bugün Türkiye'den başka Kıbrıs ve Yugoslavya'daki Türkler'ce de kullanılmaktadır. 
29 harften oluşan bu alfabenin 21'i sessiz, 8'i sesli harftir. Sağdan sola doğru yazılır. Harfler birbiriyle bitiştirilerek de bitiştirilmeyerek de yazılabilir. Bu alfabede yer alan harfler asıl Latin alfabesinden farklıdır. Asıl Latin alfabesindeki "q/Q", "x/X" ve "w/W" harfleri yoktur. Buna karşılık ı, ö, ü, ğ, ç ve ş harfleri vardır.

5- KİRİL (SLAV) ALFABESİ
Osmanlıca ve Türkiye dışındaki Türk dil ve lehçelerinin yazımında Arap alfabesinden sonra en geniş ölçüde kullanılan alfabedir. XVIII. yüzyıl başlarında Hristiyanlık'ı yaymak için Çuvaşlar'a giden Ruslar bu dili kendi harfleriyle (Kiril) yazdılar. Eski Sovyetler Birliği idaresindeki Türkler'ce 1937-1940  yılları arasında Stalin rejimi tarafından bu alfabe kabul ettirilmiş ve her Türk boyu için farklı alfabeler yapılmıştır. Bunun sonucunda Türkler arasında 20 ayrı Kiril alfabesi kullanılmıştır. Bugün de bu alfabeyi kullanmaya devam etmektedirler. Ancak Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra alfabe değiştirme eğilimleri kuvvetlenmiştir. Ayrıca Türk Cumhuriyetleri arasında kültür alışverişini daha sağlıklı yapmak için ortak alfabe çalışmaları devam etmektedir.





YAZI DİLİ - KONUŞMA DİLİ


Bir dilin konuşma dili ve yazı dili olmak üzere iki yönü vardır. Özel bir çalışmayla günlük dile ait konuşma metinleri tespit edilmediği sürece konuşma dilinin tarihî gelişimi, inceleme alanı dışında kalır. Ancak günümüzün teknik imkânlarıyla video kasetlerine, ses bantlarına, CD, VCD ve DVD’lere kaydedilen konuşmalar, ileri bir tarihte konuşma diliyle ilgili çalışmalara malzeme oluşturabilir. Yazı dilinin tarihî gelişimi ise, ancak o dile ait yazılı metinlerle takip edilebilir. Metinlerle takip edilemeyen dönemden öncesi için birtakım tahminlerde bulunmak mümkün olmakla birlikte kesin bilgi vermek zordur.
Konuşma dili, günlük hayatta diğer insanlarla iletişim kurmak için konuşurken kullandığımız dildir. Bu dil, doğal olduğu için konuşurken cümlemizin kurallı olup olmadığına, kelimelerin doğru sıralanıp sıralanmadığına, söyleyişin doğru olup olmadığına pek dikkat etmeyiz. Bu sebeple zaman içinde, bölgeden bölgeye değişen birtakım söyleyiş farklılıkları ve kelime farklılıkları ortaya çıkar. Bu farklılıkların tarihî süreç içinde, bölgelere göre geçirdiği maceradan o dilin lehçeleri ortaya çıkar.

Lehçe, bir dilin değişik bölgelerde, aynı dil grubuna dahil kişiler tarafından konuşulan değişik biçimidir. Lehçede kelime farklılıkları, ses ve yapı yönüyle ayrılıklar bulunur. Türkçe, diğer dillere göre oldukça geniş bir alanda çok hareketli bir macera geçirdiği için Türkçe’nin yirmi civarında lehçesi vardır. Türkçe’nin tarihî lehçeleri olan Yakutça ve Çuvaşça bugünkü lehçelerle -ayrı bir dil olduklarını düşündürecek kadar- çok büyük farklılıklar gösterirler. Türkmence, Özbekçe, Gagavuzca, Kazakça, vb. Türkçe’nin bugünkü lehçelerindendir.
Türk dili, lehçelerine göre;
a) Oğuz – Türkmen grubu (Güney – Batı Türkçesi),
b) Kıpçak grubu (Kuzey – Batı Türkçesi) ve
c) Karluk grubu (Kuzey – Doğu Türkçesi) olmak üzere üç ana grup oluşturur. Bu ana gruplara dahil lehçeler birbirlerinin yakın dalları oldukları için anlaşmada çok büyük farklılıklar görülmez. Aynı grupta yer alan Türkiye Türkçesi ile Azerbaycan Türkçesi buna örnek olarak gösterilebilir.

Ağız ise bir dil veya lehçenin yakın zamanda ayrılmış, bölgeden bölgeye veya şehirden şehire sadece söyleyiş farklılıkları gösteren küçük kollarıdır. Ağızlardaki ayrılıklar çoğu zaman söyleyişten öteye gitmez. Bölge ağzına özgü kelimelerin sayısı, dilin bütün söz varlığı düşünüldüğü zaman fazla bir yer tutmaz. Konuşmada görülen bu durum, zaten yazı diline de yansıtılmaz.
Konya şivesi, Erzurum lehçesi, Urfa şivesi gibi adlandırmalar yanlıştır. Doğrusu; Konya ağzı, Erzurum ağzı, Urfa  ağzı şeklindedir.


Yazı dili

Yazı dili, adından anlaşılacağı üzere yazıda kullanılan dildir. Dilde birliği, anlaşma kolaylığını sağlamak için kullanılan kitap dilidir, kültür dilidir, edebî dildir. Konuşma dilinin her bölgenin doğal, günlük dili olmasına karşılık yazı dili, okuma yazmada kullanılan ortak dildir.
“Bir dilin yazısı, o dilin lehçe veya ağızlarından birine göre yazılır ve bu yazılış, standart yazı dilini oluşturur. Yazı dili olma vasfını taşıyan ağız, bir memleketin kültür merkezi olarak gelişen yerinin ağzıdır ve konuşma dillerinin en gelişmişidir. Türkiye Türkçesinin yazı dili genellikle İstanbul ağzına dayanır. Bir ülkede çeşitli konuşma dilleri ve ağızlar bulunduğu halde bir tek yazı dili bulunur. Yazı dili muhafazakârdır. Normal şartlar altında özelliklerini kolay kolay kaybetmez. Ayrıca, lehçe ve ağızların alabildiğine farklılaşmasını da önler. Gereğinde, hepsinin zenginliklerinden yararlanır ve onları ortak bir kaynaktan zenginleştirerek birbirine yaklaştırır. Aydın kesimlerin kendi bölge ağızları ile değil, yazı dili temelindeki standart Türkçe  ile konuşmaları, yazı dilinin bu birleştirici ve ağız ayrılıklarını silici fonksiyonundan kaynaklanmaktadır.”
Türk dili derslerinin amaçlarından biri de konuşma diliyle yazı dilini birbirine yaklaştırmaktır. Kişi, edebî dille doğru konuşabilir fakat yazı dilinin özelliklerini ve kurallarını bilmezse doğru yazamaz. Bu sebeple ana dilin kuralları ve incelikleri iyi bilinmelidir ki dil, anlaşma aracı olma işlevini tam anlamıyla yerine getirebilsin.
Özellikle son zamanlarda sezgiye dayalı bir anlaşma yolu seçildiği için “Nasıl olsa ne demek istediğim, dinleyenler tarafından iyi kötü anlaşılıyor - daha doğrusu seziliyor - ” düşüncesiyle yazı dilinin kurallarını önemsememek yanlış bir tutumdur. Yazılı anlatımda, söylemek istediğimizle yazdığımızdan çıkan anlam karşılaştırılırsa konunun önemi daha iyi anlaşılacaktır.





TÜRKÇE’NİN ZENGİNLİĞİ VE BÜYÜKLÜĞÜ

Lehçe ve ağızlarıyla birlikte Türkçe; geniş bir coğrafyada konuşulan bir dildir.
Lehçe ve ağızlarıyla birlikte Türkçe konuşan insan sayısı; gayri resmî rakamlara göre, 250.000.000’dur.
Lehçe ve ağızlarıyla birlikte Türkçe’de, bulunan kelime sayısı; tahmini bir milyondur.
Türkçe, en eski yazılı metinlere sahip yaşayan dillerden biridir.
Bugün; Moğolistan’dan Çin’e, Afganistan’dan Makedonya’ya, Bosna -Hersek’ten Bulgaristan’a kadar pek çok yerde Türkçe konuşulmaktadır.
Türkçe’nin konuşulduğu yerlerin yüz ölçümü, yaklaşık 11 milyon km2 ’ dir.
1989 yılı resmî rakamlarına göre 142.500.000 kişi Türkçe konuşmaktadır.
TDK tarafından sürdürülen ve tahminî olarak 2020 yılında bitecek olan büyük Türkçe sözlüğü’nde bir milyon; büyük Türkiye Türkçesi sözlüğü’nde ise üç yüz bin kelime beklenmektedir.
Türkçe’nin olgunlaşmış ilk yazılı metinleri, m.s. 8. Yüzyılda dikilen Göktürk Anıtları’dır.
Türkçe’nin tarihini, altın elbiseli adam mezarı’ nda bulunan bir cümlelik yazı ile m.ö. 5. Yüzyıla götürmek de mümkündür.


TÜRK DİLİ İNKILÂBI
Türk dili için ilk bilinçli sadeleştirme girişimi, Tanzimat devri’nde yapılmıştır.
İkinci girişim; Ömer Seyfettin ve Ziya Gökalp’in öncülüğünde gelişen “Yeni lisan hareketidir.
Üçüncü ve en köklü, en bilinçli girişim ise Atatürk’ün önderliğinde oluşturulan Türk Dil İnkılâbı dır.
Atatürk’ün dil inkılâbı ile ulaşmak istediği hedefler:
Dilimizi yabancı etkilerden kurtarmak.
Konuşma ve yazı dili arasındaki farklılıkları ortadan kaldırmak.
Türk diline millî bir gelişme yolu çizmek.
Öğretim birliğine paralel olarak eğitimi millîleştirmek.
Öğretimi, millî bir eğitim diline kavuşturmak.
Türk dilini hak ettiği seviyeye getirmek için bilimsel çalışmalar yapıp, dilimizin güzellik ve zenginliklerini ortaya çıkarmak.
Türk dilini, millî kültürümüzün eksiksiz bir ifade vasıtası yapmak.
Türk dilini, işlek ve zengin bir kültür dili durumuna getirmek.

Türk dili ile ilgili Atatürk’ten özdeyişler
“Türk dili, Türk milleti için mukaddes bir hazinedir.Çünkü, Türk milleti; geçirdiği nihayetsiz badireler içinde ahlâkını, geleneklerini, hatıralarını, menfaatlerini; kısaca, bugün kendi milliyetini yapan her şeyi dili sayesinde koruduğunu görüyor.
Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.”
“Türk dilinin kendi benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için bütün devlet teşkilâtımızın dikkatli, alâkalı olmasını isteriz.”


TÜRKÇE’NİN ÖNEMİYLE İLGİLİ MAKALELER


1.TÜRKÇE BİLMEK

TÜRKÇE bilmeyen bir yabancıya birkaç hafta içinde, günlük hayatta çok kullanılan elli cümle ezberletilse, bunları elden geldiği kadar düzgün bir aksanla söylemesi sağlansa, bu adamla konuşan Türkler onun Türkçeyi iyi bildiğini zanneder.
Aslında bizim okur-yazarlarımızın durumu da bu adama benzemektedir. Edebî, yazılı, zengin Türkçeyi bilmiyoruz; birkaç yüz kelimeden, birkaç yüz cümleden meydana gelen bir iletişim ve konuşma Türkçesi ile konuşup anlaşıyoruz. Sonra da kendimizi iyi Türkçe biliyor sanıyoruz.
Türkiyeliler elbette ki, günlük konuşma Türkçesini, iletişim Türkçesini yitirmemişlerdir. Konuşma ve iletişim Türkçesinde de yozlaşma ve erozyon olmuştur ama yine de ihtiyacımızı görmektedir. Ancak bu konuşma Türkçesi bize ilim, irfan, kültür, sanat, edebiyat olarak yeterli değildir. Onun yanında, konuşulmayan, sadece yazılıp okunan ikinci bir Türkçe gereklidir. Asıl Türkçe odur. Fuzulî’nin, Baki’nin, Nedim’in, Şeyh Galib’in, Ziya Paşa’nın, Namık Kemal’in, Evliya Çelebi’nin, Ahmet Cevdet Paşa’nın Türkçesi...
Edebî ve yazılı Türkçe konusunda o kadar zavallı, o kadar fakir ve yoksul, o kadar âciz hale gelmişizdir ki, Hüseyin Rahmi’nin, Halid Ziya’nın, Halide Edib’in, Yakup Kadri’nin, Reşad Nuri’nin romanları bile artık “sadeleştirilerek” bastırılıyor. Yani, zengin ve edebî Türkçeden; fakir, sade, yozlaşmış sokak ve pazar Türkçesine tercüme edilerek... Bir topluluk için bu ne korkunç bir yıkımdır.
Konuşma ve iletişim Türkçesi için okula, üniversiteye gitmeye lüzum yoktur. Çocuklar onu evde, âile içinde, çevrede kulaktan öğrenirler, konuşa konuşa elde ederler. Konuşulmayan yazılı-edebî Türkçe okullarda öğrenilir. İşte biz okullarımızda, eğitim kurumlarımızda bunu öğretemiyoruz.
Lise ve üniversite mezunlarımız binlerce kelime ve kavramı bilmiyor. Kelimelerin mânasını öğrenmek oldukça kolaydır da, kavramları anlamak ve öğrenmek o kadar kolay değildir. Kavramları öğrenebilmek için iyi derecede felsefe (psikoloji, mantık, ahlâk, metafizik, estetik), sosyoloji, sanat tarihi ve kültürü, tarih, tarih felsefesi, edebiyat okumuş olmak gerekir.
Mimarlık kültürü ve sanatıyla ilgili birtakım kavramlar ve terimler vardır: Gotik, barok, roman... Anadolu’da Selçuklu, Beylikler, Osmanlı mimarî eserleri bulunmaktadır... Hat sanatımızda sülüs, nesih, tâlik, divanî, kûfî, reyhanî ve sair yazı üslupları ile eserler verilmiştir... Anadolu’muzda yüzlerce çeşit halı ve kilim dokunmuştur, herbirinin kendine mahsus bir adı vardır... Din, tasavvuf, felsefe, düşünce sahasında binlerce ana kavram ve terim bulunmaktadır... Bunları okullarda, bilhassa liselerde sıkı bir eğitim ile öğrenmeyen kimse lügata ve ansiklopediye bakarak anlayıp öğrenemez.
Türkiye’den, Türkiyelilerden korkan, onların gücünü kırmak isteyen dış düşmanlarımız birtakım gizli protokollarla dilimizi, kültürümüzü, tarihimizi, kimliğimizi, sanatımızı darbelemişler, darbeletmişlerdir.
İçeride veya dışarıda az buçuk tahsil görmüş, ağzı laf götüren birtakım okur-yazarlarımız yazılarında, konuşmalarında ilmî ve kültürel laflar etmektedir. Mesela meşruiyet kelimesini kullanmaktadırlar. Bu kelimenin bir lugavî, bir de ıstılahî mânası vardır. Sözlük mânasını bilenler olabilir ama, ıstılah olarak mânasını bilen kaç kişi çıkar? İstenirse bir imtihan yapılabilir. Yüksek tahsil yapmış, kültürlü sanılan yüz kişi toplanır, bunlar bir salona alınır, ellerine kağıt verilir ve “Sayınlar, bir saat vaktiniz var, meşruiyet kavramı üzerine birer kompozisyon yazacaksınız...” Sonra yazılı kağıtlar toplanır, uzman bir heyet tarafından okunur ve not verilir. Acaba kaç kişi geçerli not alacaktır?
Gazetelerde, dergilerde, kitaplarda, televizyonlarda zaman zaman birtakım kavramlar, terimler kullanılıyor. Bunların çoğu ayağa düşmüştür. Devlet diyoruz, cumhuriyet diyoruz, laiklik, demokrasi, hukukun üstünlüğü, insan hakları, yargı bağımsızlığı... daha yüzlerce kavram ve terim kullanıyoruz. Bunların ne olduklarını, ne olmadıklarını doğru dürüst, sağlam bir şekilde biliyor muyuz? Heyhat! Çoğumuz, yazımın başındaki elli Türkçe cümle ezberlemiş yabancı gibi, papağan gibi, bulut arkası, kulaktan dolma, dil alışkanlığı şeklinde bunları kullanmakta, anlamaktadır.
Satın aldığımız, çoğu yabancı dillerden tercüme edilmiş yüksek düşünce, ilim, kültür kitaplarını nasıl okuyacağız ki, onlarda geçen yüzlerce terimin ve kavramın mânalarını iyi bilmemekteyiz. Gerçek, gerçeklik, objektif, sübjektif, jakoben, Guenon’cu, asabiyet (İbn Haldun), sekülarizm (laiklikle arasında fark var mı?), paranoyak, şizofrenik.
İnsanlar cahilliklerini, kültürsüzlüklerini konuşma lisanı ile gizleyebilirler ama yazılı lisanda bütün ayıplar, eksiklikler meydana çıkar.
Televizyonda hararetli bir açık oturum yapılıyor, mangalda kül bırakılmıyor... Bu açık oturumun, konuşulanların ciddî, vasıflı, kıymetli olup olmadığını anlamak için onu yazıya çevirip yayınlamak gerekir. Kıymetli mi, ciddî mi, ipe sapa gelir mi o zaman iyice ve açık bir şekilde anlaşılır.
Bazen Türkçe metin kurtarır gibi görünür, lakin onu mesela İngilizceye tercüme ettirip bastırırsanız kemali, yahut sıradanlığı veya beş para etmezliği gün gibi tezahür eder.
İleri, medenî, güçlü ülkelerde vasıflı okullar ve liseler vardır. Bu liselerin yirmi beş otuz kişiyi geçmeyen sınıflarında en az beş öğrenci çok akıllı, çok çalışkan ve çok başarılıdır. İşte bu beşte birler ileride yetişir ve o ülkenin kültür, edebiyat, sanat, üniversite, medeniyet kadrolarını meydana getirirler. Bizde maalesef bu beşte birler yetiştirilmemektedir. Ender-i nâdirattan, istisna olarak birkaç insan yetişmektedir ki, onlar da şu yetmiş milyonluk ülkeye kâfi gelmemektedir.
İsterseniz bir imtihan daha yapalım: Lise son sınıflarda okuyan yüz çocuğumuzu, lisan ve edebiyatımızın en büyük şâir ve edibi olan Fuzulî konusunda sınava çekelim.
1. Fuzulî’den ezbere mısralar ve beyitler okuyunuz.
2. Fuzulî’den bir gazel okuyup, onu şerh ediniz.
3. Su kasidesinden ezberinizde olan mısra ve beyitler var mıdır?
Kaç kişi geçer not alır dersiniz?
Geçenlerde genç bir edebiyat öğretmeni ile tanıştım, kendisinden izin alarak ona “Fuzulî’den birkaç beyit ve mısra okuyunuz...” dedim. Hiçbir şey okuyamadı!
Evet okur-yazar câhillik toplumumuzu kara bulut gibi sarmıştır. İdeolojik mitolojilerin, hurafelerin kurbanı olmuşuzdur. Edebî ve yazılı dilimizi yitirince aklımız da güdükleşmiştir.
Gönül, özel dershâneler açılmasını, akıllı insanlarımızın buralara kayd olup, dersleri takip edip edebiyat, zengin Türkçe, mantık, sanat tarihi ve kültürü, sosyoloji, antropoloji, lisaniyat konusunda özet olsa da çok sağlam bilgiler edinmelerini temenni ediyor. Kimsenin böyle şeylerde gözü yok. Toplumumuzun şimdi en büyük değeri paradır, ranttır.
     MEHMET ŞEVKET EYGİ



2. AH TÜRKÇE VAH TÜRKÇE

Devlet Plânlama Teşkilâtı’nın ilk defa bindiğim asansöründe, insanları İngilizce olarak günaydın, iyi akşamlar gibi sözlerle karşılayarak; yine aynı dilde ayı, günü ve saati bildiren elektronik düzeneği görünce hayretler içinde kalmıştım. Ülkenin geleceğini “plânlayan” bir kuruluşun ana dil üzerinde göstermediği hassasiyeti kimden bekleyebiliriz? Türk Hava Yolları dergisinin adı bile İngilizce: “Skylife”. Yoksa bir süreden beri devletin resmî dili Türkçe değil de, bizim mi haberimiz yok!
Türkçe’yi “klas”larına yakıştıramayan tuhaf insanların sayısı büyük bir hızla artıyor. İki futbolcu; Ortaköy’de açtıkları bara, bu semtin eski adını vermişler: “Arkeon”. Güneye doğru inerseniz, eski Roma ve Yunan adlarının birer birer hortlatıldığını göreceksiniz. Özellikle turistik bölgelerde Türkçe konuşmak ve işyerlerine Türkçe adlar vermek âdeta ayıp görülmeye başlandı. Bu ne şaşkınlıktır! Bu ne gaflettir!
Suçlu Kim?
Eskiden “entel” taifesi çağdaşlığını “öztürkçe” kullanarak “kanıt”lardı. Şimdilerde çağdaşlığın göstergesi İngilizce. Meselâ adamlar tiyatro kurarlar, adı “Tiyatroskop”. Son zamanlarda “happening”ler, “workshop”lar gırla gidiyor. Düşünün bir kere, gözlerini Galleria’da açıp Fame City’de Pin Bowling, Skee Ball, Boom Ball, Whac-a -Mole, Hoop Shot, Galaksie, Beat the Clock ve benzeri oyunlarla vakit geçiren ve McDonald’s’ta yahut Kentucky Fried Chicken’da karınlarını doyuran bacaksızlar büyüdüklerinde hâlimiz ne olacak?
Peki suçlu kim? Yeni nesillere ana dil şuurunun kazandırılmasında ihmali olan herkes suçludur. Özellikle, Türkçe’nin eski kültürle bütün bağlantılarını keserek Greko-Lâtin temeline dayalı Batı kültürünün ve dünya görüşünün yüklenebileceği “nötr” bir dil meydana getirmek isteyen, bunun için eski kelimeleri, dolayısıyla kelimelerin geçmişten bugüne taşıdıkları kültürü ve ifade inceliklerini de satırdan geçiren aydınların günahı büyüktür. Devletin bütün imkânlarını kullanarak, insanlara uydurma kelimelerle konuşmanın “çağdaşlık”, “ilericilik” olduğunu telkin etmişlerdir. Bu yüzden, zamanla, sadece kelimeler değil, deyim ve atasözleri bile yeni nesillere bayat gelmeye başlamıştır. Hâlbuki dilin asıl zenginlikleri deyimler ve kelimelerin ardındaki tıpkı buz dağlarının görünmeyen tecrübe birikimidir. Öztürkçe yazdıklarını zanneden yazarlar şöyle bir gözden geçirilirse; Türkçe’nin deyimsiz, nüansları ifade etmekten âciz bir dil hâline geldiği görülecektir.
Türkçe Kıyımı
İşin gerçeği şudur: Birtakım aydınlar, Türkçe’yi zenginleştirmek, Türkçe’de bulunmayan kavramlara, terimlere karşılıklar bulmak yerine; yediden yetmişe herkesin anladığı ve kullandığı kelimelere yeni karşılıklar uydurmuşlardır. İmkân’ı, ihtimal’i, şart’ı, sebep’i ve daha yüzlercesini kitle iletişim vasıtalarını da arkalarına alarak dilden kovmuşlar. Atılan her kelime ile birlikte nüansları gösteren kelimeler, deyimler ve atasözleri de çöp sepetine gitmiştir. Şu anda çocuklarımıza verebildiğimiz Türkçe, esperanto gibi sun’î, mekanik, ifade gücü alabildiğine kısır, dudaklarımıza iğreti tutuşturulmuş, güç belâ konuştuğumuz bir dildir. Böylesine yetersizleştirilen bir Türkçe’nin, yabancı bir dili çok iyi öğrenmiş olanlara yetmemesi, yani yabancı kelimeleri davet etmesi tabiîdir. Bu bakımdan, düşüncelerini daha iyi ifade etmek için yabancı kelimelere ihtiyaç duyanlar olabilir. Ancak, Türk aydınlarının eski hastalıklarından birinin “Bihruz Bey”lik, yani yabancı kelimeler kullanarak üstünlük taslamak olduğunu unutmamak gerekir.
Amerikan Aksanı
Son 10 yılda, özellikle İngilizce kelimeler kullanmak, âdeta bir “statü” sembolü hâline getirildi. Kitle haberleşme vasıtaları bu hastalığı salgına dönüştürmüştür. Fakat hiçbir devirde böyle bir şuursuzluk yaşanmadı. Hatırlanacağı üzere, yabancı adlar önce dergilerde boy gösterdi: Argos, Rapsodi, Strech, Hey Girl vb. Daha sonraları yabancı adlı televizyonlar peydahlandı: Magic Box, Show TV, İnter Star, Flash TV vb. Yüksek tirajlı gazetelerde Film Guide, TV Guide, Pozitif, Star, Teleskop gibi adlarla ekler vermeye başladılar. Bu televizyonları seyredip bu gazeteleri okuyanlar, eğer Türkçe konusunda hassas değillerse, eğer Millî Eğitim’in okullarında tarih şuuru ve ana dil sevgisi edinmemişlerse ne yaparlar? Çocuklarına Melisa, Sem gibi isimler verirler. O çocuklar da büyüyünce şimdi bazı özel radyolarda konuşan ağabey ve ablaları gibi, kadük edilmiş bir Türkçe’yi üstelik Amerikan aksanıyla konuşurlar. Geçmiş ola!
Demek ki Âşık Paşa, altı yüz yıl önce değil de bugün yaşasaydı, yine aynı şeyi söyleyecekti: “Türk Dili’ne kimesne bakmaz idi!”
                                                                                                                                
                                         BEŞİR AYVAZOĞLU






AH TÜRKÇE, VAH TÜRKÇE!

BÜTÜN vatansever, akıllı, şuurlu Türkiyelilerin, hele bilhassa samimi Müslümanların "Güzel Türkçe Konuşma ve Yazma" dersleri almaları gerektiğini düşünüyorum. Anadilimiz bizim en büyük güç kaynağımızdır. Edebî zengin Türkçe bizim için sadece bir kültür meselesi değil, aynı zamanda bir din ve mukaddesat meselesi ve konusudur.
Düşmanlarımız bizi yıkmak, çökertmek, zayıflatmak, şuursuz hale getirmek, benliğimizden kopartıp yabancılaştırmak için edebî-yazılı lisanımızı tahrip ettiler; o güzelim zengin ve engin Türkçeyi bir kabile dili, bir Hotanto lehçesi haline getirmeye çalıştılar. Bizim gafletlerimiz yüzünden de hayli başarılı oldular.
Edebî, kültürel, yazılı zengin dilini kaybeden bir millet, millet olmaktan çıkar, yığınlaşır, sürüleşir ve sonunda binbir zaaf ve hastalık içinde sersefil olur, perişan olur; hürriyetini kaybeder, haysiyetini yitirir ve köleleşir.
Günlük iletişim ihtiyacımızı gidermek için kullandığımız birkaç yüz kelimelik konuşma Türkçesi değildir bizim dilimiz. Yazılı, edebî kültür Türkçesini bilmemiz, ona sahip çıkmamız gerekir.
Lise mezunu, üniversite mezunu, gerçekten "okur-yazar" milyonlarca Türkiyelinin elinde zengin, geniş birer Türkçe lügat kitabı bulunması gerekmez mi? Gerekir ama bizde böyle bir kitap yoktur.Düşmanlarımız, sömürgeciler, Hiksos'lar bizi lisansız, lügatsız bırakmışlardır.
Zengin bir Türkçe lügat kitabında en az yüz bin kelime olmalıdır. Bütün kelime ve kavramların, edebiyatımızdan seçilmiş, imzalı cümlelerle örnekleri verilmiş olmalıdır. Böyle bir lügata sahip Türkiyeliler sık sık bunlara bakarak lisan ve edebiyat bilgi ve kültürlerini tazelemeli, genişletmeli, ilerletmelidir.
Üç yüz kelimelik sokak ve pazar Türkçesiyle alışveriş olur, yarenlik olur, meram anlatılabilir ama böyle bir Türkçe ile medeniyet olmaz, kültür olmaz, edebiyat olmaz, incelik olmaz; köy olmaz, kasaba olmaz.
Türkiye'nin sokak Türkçesine değil, kitap Türkçesine ihtiyacı vardır.
Bu memlekette en az bir milyon vatandaşın güzel, zengin, edebî Türkçeyi bilmesi, bu lisanla zaman zaman güzel konuşmalar yapması, ahenkli yazılar yazması gerekir.
Bu ülkenin adı Türkiye'dir, burada yaşayan halk Türkiye halkıdır. Zengin, edebî, yazılı Türkçe yitirilirse Türkiye de elden gider.
Bizim ibadet dilimiz Arapçadır ama Türkiye'de din kültürü, din heyecanı, din duygusu, din aşkı ve şevki ancak güzel, edebî, zengin Türkçe ile yaşatılabilir, ayakta tutulabilir.
Türkiyeli din hocasının Arapçayı iyi bilmesi yetmez, Türkçe'yi de iyi bilmesi gerekir. Fuzulî'yi okuyup anlayamayan hocaya ben hoca demem. Ne Arapça'yı doğru dürüst biliyor, ne de Türkçe'yi... Böyle hocalarla din ilerlemez, ümmet ilerleyip kurtulmaz.
Medyadaki Türkçe Türkçe değildir; gerçek Türkçe'nin karikatürü veya müsveddesidir.
Yakup Kadri'nin, Halide Edib'in, Reşad Nuri'nin, Ömer Seyfeddin'in romanlarının, hikayelerinin on yılda bir sadeleştirildiği bir Türkiye batmış ve bitmiş bir Türkiye'dir.
Bu ülkeyi, bu halkı, bu devleti kurtarmak, yüceltmek mi istiyorsunuz? O halde önce Türkçe'yi kurtarmaya ve yüceltmeye bakınız.
Yeni ve iyi bir anayasa ile Türkiye kurtulur... Hayır kurtulmaz. İyi bir hükümet memleketi, milleti, devleti bataklıktan çıkartır... Hayır çıkartmaz. Önce lisan, sonra eğitim ve üniversiteler, vasıflı Türkiyeliler yetiştirmek, muhtaç olduğumuz aklı ve beyni bulmak... Bunlar hep lisanla olur.
Gencimiz fevkalade seviyede matematik ve fen biliyormuş... Yetmez, yetmez, yetmez... Türkçesi ne kadardır, önce ona bakınız.
Senin ne miktarda edebî, yazılı, zengin Türkçe bildiğini öğreneyim, ne mal olduğunu, dereceni ve rütbeni anlarım.
Çocuğum bilgisayar kursuna gitsin... Bilgisayar bilmek elbette bir hüner ve marifettir ama önce Türkçe, ille Türkçe...
Her taraf bilgisayar ve İngilizce dershaneleriyle dolu. Lakin bir tek Edebî Türkçe Dersanesi yok.
Televizyonlara bakınız. Koca koca adamlar, profesörler ıkına sıkına, bin zahmet ile konuşuyorlar. En kısa cümlelerde bile dilbilgisi hatası yapıyorlar.Sanki geri zekalılara mahsus ilkel bir Türkçe ile konuşuyorlar.
Bazı yazarlarımıza bakınız. Kısa kısa, adeta telgraf diliyle, şizofrenik ve kopuk kopuk yazabiliyorlar. Seviye düşük, çok düşük...
Geçen gün üniversite öğrencisi bir genç sordu:
– Hocam sizin isminiz "v" ile mi, "f" ile mi yazılıyor?..
Genç nesiller şefkati "v" ile okuyup yazıyor...
Gazetelerdeki ilanlara bakınız: "Her türlü konfora haiz..."
Ünlemlerle, homurtu ve böğürtülerle, iniltilerle ve sızıltılarla konuşmaya çalışan yığınlar...
Bir ülkeyi sömürgeleştirmek, bir milleti köleleştirmek için ille de ordularla saldırmak, onu kan ve ateşle yere sermek gerekmez. Dilini kesersin, lisanını yozlaştırırsın, yeter...
Yazık ki, milliyetçi, Türkçü, dindar, İslâmcı geçinen kesimin gündeminde "zengin, yazılı, edebî lisan" diye bir madde yok. Biz ucuz kurtuluş reçeteleri ile kendimizi aldatıyoruz.
Dünyada hangi devlet, hangi medeniyet, hangi kültür; arı, duru, sade suya tirit, özleştirilmiş, uyduruk, fakir, yüz bin kelimeden yirmi bine düşürülmüş bir dille ayakta kalabilmiştir?
Ülkemizde bir lisan kıyımı ve faciası olmuş da haberimiz yok, umurumuzda değil.

2 yorum:

  1. iyi günler bir araştırmamda buradan alıntı yaptım ama yazar ismi yok,yardımcı olur musunuz?

    YanıtlaSil
  2. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil