Herşey sıfırdan başlamıştı .Oyuncusu, yöneticisi, oyun yazarı nasıl yeni bir pencereyi aralıyorsa ,seyircide onlarla birlikte bu yeni yaşantıyla tanışmak,onu sevmek bir başlangıç yapmak zorundaydı. Bunun ne bilinmedik bir dünya olduğunu, Sefaretnamelerdeki gördükleri tiyatroları ve temsilleri anlatırken Türk elçilik ilişkilerinin çocuksu tanıklamalarından anlayabiliriz, Karagöz, Meddah, oyunu ile koşullanmış Türk seyircisinin, bu yepyeni seyir türünü birden anlayıp değerlendirmesi beklenemezdi.
İlk tiyatrolar ve tiyatro gösterimleri asıl Türklerin yoğun oldukları İstanbul yakasında değil de Beyoğlu’nda başladı. Çoğulukla yabancı dilden olduğu, üstelik yolların ve taşıtların gelişmemişliği, bundan başka güvenlik bakımından da gece sokağa çıkmak tehlikeli olduğu düşünülünce, ancak çok yürekli kimseler bu serüveni göze alabiliyordu.
Beyoğlu bu yıllarda çok karışık ve tehlikeliydi. Kumar yerlerinden çıkan kimseler aynı saatlerde tiyatrodan çıkan halka saldırıyor, parasını çalıyor, bıçaklama gibi çeşitli polis olayları oluyordu. Bununla birlikte Türklerin genede bu gösterilere gitmiş olduğunu Beyoğlu’nun kuzeyinde (Taksim yöresi olacak ) yapılan iki anfiteatra’in seyircilerine ilişkin bilgilerden öğreniyoruz .
İstanbul’un Türk kesimi yakasına tiyatro yapılması oldukca eskidir. Ancak burada tiyatro gösterilmesi daha sonradır. Bununmla birlikte Gedikpaşa’daki Osmanlı tiyatrosunun temsillere başlaması Güllü Agop’tan öncedir.İşte bu tiyatronun bir duyurusu Halkı Beyoğlu’na gitmekten,otel, lokanta güçlüklerinden kurtaracağını belirtiyor. Güllü Agop yönetiminde gösterimler İstanbul yakasında kalıcı ve sürekli olarak başlayınca bu kez Beyoğlu yakasında bulunanların buraya gitmesi güçleşti. Bununla birlikte Ahmet Vefik Paşa’nın Bir Yabancı Dostu yazısında Beyoğlu’nun tiyatro meraklılarının geceleyin uzun yolu göze alarak Gedik Paşa tiyatrosuna sık sık gittiklerini yazıyor. Ayrıca İstanbul yakasının Türk tiyatro toplulukları Beyoğlu ve İstanbul’un başka yörelerinde de gösterimler veriyorlardı.
Tiyatroların içinde çeşitli nedenlerle kavgalar, gürültüler eksik olmuyordu. Kimi kez sahnedeki dinsel bir durum üzerine gürültü çıkıyordu.Ya da arkadaki seyircilerin görünüşe engel olan kadınların şapkaları yüzünden bir tartışma çıkmış, polis işe karışmış, gürültü edenleri zorla çıkartmak istemiş, gösterim durmuş tiyatro da geçici olarak kapatılmıştır. Hükümet bu çeşit olayları önlemek için ya tiyatroyu kapatıyor, ya da arada bir yönetmelik çıkarıyordu.Nitekim gene Naum Tiyatrosundaki olaylar için böyle bir yönetmeliğin çıkarılacağını gazeteden öğreniyoruz.
Seyircinin bir düzene girmesi için kamu çevreleri büyük çaba gösteriyordu.1859’da eski Gedikpaşa Tiyatrosunun yerine, Tatlıkuyu yakınlarında kurulan tiyatro için Meclis-i Vala-i Ahkam-ı Adliye beş bölümlük, 31 ve bir ek maddelik bir tüzük hazırlanmıştır. İşte bu tüzüğün IV.bölümü ve 25,26,27ve 28 maddeleri seyirciyle ilgilidir. Bunlara göre seyirciler salona silah deynek şemsiye ve sarhoş olarak giremiyecekler, seyirciler sigara içmeye ayrılmış yerlerin dışında sigara içmeyecekler, tiyatroya küçük çocuk getirenler çocukların aykırı davranışlarından sorumlu tutulacaklar, ıslık çalmak, bağırıp gürültü etmek, düzen bağına ve görgüye aykırı davranışlarda bulunanlarla, oyuncuların gerektiği gibi oynamasına engel olanlar tiyatrodan atılacaklar, aynı şeyleri yaparlarsa kolluk kuvveti gönderilecek. Perde aralarında ve tiyatronun çıkışında, localara giren yollarda, geçitlerde eğlenmek de yasaklar arasındadır.Bunları yürütecek sorumluların kimler olduğu ve nasıl çalışacakları gösterilmektedir. Kimi durumlarda halkı tiyatroya alıştırmak, tepkilerini doğru yöne çevirmek, tiyatro görgüsü kazandırmak için çabalar olmuştur. Ahmet Vefik Paşa, Bursa Valiliği sırasında kurduğu tiyatroda seyirciye bunları öğretmek için büyük çaba göstermişti.
Ahmet Vefik Paşa Bursa Valiliğinden azli ,gazetelerde yeralmıştı.Bu haberlere göre, Paşaya yönetilen suçlamalar arasında, halkı zorla tiyatroya gönderdiği, kendisi el çırptığında halkın da alkışlamasına izin verdiği, kendisi alkışlamamış da halktan biri oyunu veya sanatçıyı alkışlamışsa Paşanın o kişiyi uluorta azarladığı yer alıyordu.Ahmet Vefik paşa böyle zorlu davranışlarının yanı sıra, aslında sanat bakımından halkı iyiye, güzele alıştırıyordu. Nitekim Bursa’daki bu tiyatro çalışmalarında önemli payı olan Ahmet Fehim Efendi, anılarında, paşanın Moliére gibi önemli yazarların değerli eserlerine sürekli yer verdiğini, Bursa halkının bunları başta yadırgadığını, Paşa Bursa’dan ayrılınca topluluğun melodramlar, hafif eserler oynadıklarını, ama sonraları halkın yanlız Paşanın çevirdiği değeri olan eserleri sevdiğini anlatıyor.
İlk başlarda tiyatrolar da seyircilik kurallarını öğretmek için el ilanları ile uyarılarılarda bulunuyorlardı. Yerlerin numaralı olduğu, başka yerlere oturulmaması, perde aralarında yemek içmek için gidilecek yerler görgü kuralları, salonda sigara içilmeyeceği, gürültü edilmeyeceği gibi konularda bilgi verilmektedir. Ayrıca, abone yöntemi, hizmetçilerin, uşakların efendilerini nerede bekliyecekleri tütün içilmemesi gibi konularda bilgi verilmektedir. Tiyatronun seyirciye karşı sorumluluklarını yerine getirmediğini söylerken bunu yanlız sanat açısından düşünmek gerekir.Seyircinin rahatını, güvenliğini sağlamasıda gerekmektedir. Murat Efendi’nin yukarıda verdiğimiz gözlemlere göre Gedikpaşa tiyatrosunun içinin havasız, duman dolu olduğunu söylemiştik. Seyircilere perde aralarında sigara içecekleri, dinlenecekleri yerler sağlanmış mıdır? Arada bir gazetelerde bu konuda duyurulara raslanmaktadır.
Tiyatrolar seyircinin güvenliği bakımındanda kötü koşullardaydı. Çıkış yerlerinin yeterli olmaması, yangın veya her hangi bir olayda halk için tehlikeli durumlar yaratıyordu.
Seyirci ile ilgili bir sorun da kadınlar ve çocuklarla ilgilidir. Kadınlar kaç göç nedeniyle ya kadınlara özgü gösterimlere gidiyorlar, yada tiyatroıdaki kafesli bölmeler varsa buralarda oturuyorladı. Bununla birlikte, kadının nasıl olursa olsun hiç tiyatroya gitmemesi isteniyordu.1859’da İstanbul Tiyatrosu Yönetmeliğine ek 4 Ramazan 1276 tarihli belgede kadınların içeriye alınması yasaklanıyordu.Güllü Agop’un tiyatrosuna1879’da, kadınlar için kafesli localar yapıldığını ancak tiyatronunun yöresinde hoş karşılanmadığını öğreniyoruz
Zaman zaman bu sorunun ortaya çıktığını bir gazeteden öğreniyoruz.Her şeye rağmen gene de el ilanlarından ya kadınlara özgü temsillerin verildiğini, ya da kadınların kendilerine ayrılmış kafesli bölümlerden oyun seyrettiklerini anlıyoruz. Ancak kadın üzerinde bu denli titizlikle dururken çocukların tiyatroya gitmesinde bir sakınca görülmüyordu. Orta oyunu, Karagöz gösterilerinde en açık sahneleri çocuklar seyredebiliyordu.
Seyircinin bu dönemdeki görünümü çizerken bunun yanı sıra tiyatronun nasıl anlaşıldığını da belirmek gerekir. Hele yepyeni bir yaşantıyı tadan bir toplumun tiyatrosu nasıl olmalıydı, işlevi neydi, tiyatrodan ne bekleyebilirdik? İşte dönemin anlayışı üzerine elimizde üç kesin kaynak bulunmaktadır. Önce basılı oyun metinlerinin öz deyiş veya son deyişlerle yazarların tiyatroyu nasıl anlatıklarını belirten düşünceleri. Sonra süreli yayınlarda eleştiri veya tiyatro üzerine yazılan yazılarda da bu yolda birtakım düşüncelere yer verilmektedir.
Tiyatro anlayışında önce tiyatronun gerekliliği üzerinde duruluyordu. Bu gereksinmede, uygar ülkelerin hepsinin gelişmiş tiyatrosu vardır, bizde uygarlık yolunda olduğumuza göre bizim de tiyatromuz olması düşüncesine yer verilmesinde hemen herkes birleşiyordu.
Tiyatronun işlevinin eğlendirmek mi yoksa, eğitmek, yararlılık mı olduğu kökeni çok eskilere giden bir tartışmadır.Yanlızca bir eğlence olduğunu bu dönemde kimse ileri sürmemiştir. Eğlence ve yarar işlevini birleşiren, bu konuda en doyurucu yazıları yazmış olan Namık Kemal’dir. Diyojen’de imzasız beş yazısı, Hadika’da bir, İbret’te bir, Şark’ta bir ve ayrıca ünlü Celal Mukaddemesi’nde ve başkaca yazı ve mektuplarında hep bu görüşleri yükümlü olarak savunmuştur.
Bu dönemin yazarları, Fransa’da 18. yy Mercier ve Diderot ‘nun kuramlarıyla ortaya çıkan ve Roussau’nun karşı olduğu tiyatronun varlık gerekçesinin ahlaksal ve siyasal yararı olması görüşünü benimsemişlerdir. İlerde göreceğimiz gibi bu görüşlerin sonucu olarak çıkan dram türü de bu görüşe uygun olduğu için benimsenmişti.Yazarlar belki bu kuramları eserlerinde tam uygulayamamışlardır, ama hiç değilse oyunlarının başındaki öndeyişte bu görüşlere yer vererek oyunlarına bir çeşit dokunulmazlık sağlıyorlardı. Öyle ki İstibdat’ın en baskılı yıllarında bile Mınakyan’ın Osmanlı Dram Kumpanyası’nı oynadığı melodramlara dokunulmamış, melodramın başlıca niteliği olan iyilerin iyiliklerinin karşılığını görmesi, kötülerin cezalandırılması bir öğrenek değerinde olarak bu oyunları kurtarmıştır.Sık sık söylenen “tashih-i ahlak”, “mekteb-i irfan”, “mesire-i edeb” nitelemeleri iyice yerleşmiştir.
Oyun konuları ve türlere göre incelemede daha iyi ortaya çıkacak bu sorunların yanısıra , salt tiyatronun benimsenmesini bir uygarlık adımı olduğu, belli bir uygarlık düzeyine erişmek için zorunluğu, ayrıca halkı eğitmekte güçlü bir araç olduğu düşüncesi savunuluyordu.
2.Tanzimat’ta Oyunculuk ve Tiyatro Sanatı
Tiyatronun bir temel öğesi seyirci ise, öteki de oyuncudur. Bu ikisi olmadan tiyatronun varlığından sözaçmak olanağı yoktur.Türkiye’de yeni başlayan Batı tiyatrosu için her şeyden önce oyuncu bulmak güçtü . Türkiye’deki Ermeni azınlığı bu işe önce başlamıştı. Seyirci çekmek için giderek Türkçe de oynamaya başladılar. Ancak, yetişkin Türkçeyi iyi konuşan, profesyonel etkinlikte oyuncu bulmak sıkıntısı dönem boyunca çekildi. Özellikle Müslüman oyuncu gerekliydi.Burada Müslüman kadın oyuncu zaten sözkonusu değildir. Öte yandan Türkler’de eskiye uzanan bir oyunculuk geleneği vardı. Ortaoyunu sanatçıları oyunculuk sanatı bakımından çok yetkindiler. İlk Ulusal Tiyatromuz sayılacak Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatrosu özellikle Türk oyuncularına ve Türk yazarların kapılarını açmaya önem verdi. Nitekim tiyatronun daha ilk yıllarında duyuru ve çağrıları etkisini gösterdi.
Güllü Agop’un parmak bastığı sorunlar arasında en önemlisi dil sorunuydu. Oyuncuların çoğunluğu Ermeni, bunların Türkçesi de bozuk olduğundan, tiyatromuzun bu dönemde en çok üzerinde durulan konusu buydu. Özellikle Ermeni oyuncuların metates ve çeşitli telaffuz bozukluklarından örnekler veriliyordu. Örneğin “maşrapa” yerine “marşapa”, “bayram” yerine “baryam”, “ense” yerine “ekse”, “çıplak” yerine “çılbak” ve “evet efendim” yerine “he efendim” denmesi üzerinde duruluyor, bunun yardımla düzeltilmesi için uyarılarda bulunuluyordu. Aynı dergi gene Osmanlı Tiyatrosu‘nda “gayret “yerine “garyet” dendiğini, bu gibi örneklerle bu tiyatroya Osmanlılıkla ilgili hiçbir şeyin olmaması bakımından Osmanlı Tiyatrosu denemiyeceğini söylüyor. Suçu yalnız Ermani sanatçılara yüklemek yanlıştı, oyun yazarlarının ağır, kitapça üsluplu dili ve Müslüman oyuncuların da yanlış Türkçeleri Diyojen’in 161. sayısında suçlanıyor.
Telaffuz konusunda önemli bir adım Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatrosu‘nda atıldı. 1873 yılında bir gazetede Gedikpaşa Tiyatrosunun yeniden örgütleneceğini, Raşit Paşa (Suriye Valisi), Kemal Bey (Namık Kemal), Halet Bey, Ali Bey, Nuri Bey ve Güllü Agop’tan oluşan bir kurulun çalışmalarına başladığını duyuruyor. Bunlardan Namık Kemal, Ali Bey bu dönemin önemli oyun yazarlarıdır. Nuri Bey’in bir denemesi vardı. Halet Bey, kimi oyunların çevrilmesine yardım etmişti. Kurul başkanlığına, Vezirlik ve Bayındırlık Bakanlığı yapmış Reşit Paşa seçilmiştir.
Bursa’da Ahmet Vefik Paşa’nın desteğiyle kurulan tiyatroda da böyle bir kurul vardır. Tiyatro Muhibbi Encümeni adını taşıyan bir kurulda Fransız konsolosu, Fransız konsolosluğu çevirmeni, Avusturya-Macar konsolosu, aşar nazırı Vizental, eşraftan (sonra paşa) Rasim Bey, Şakir Efendi, ilerde göreceğimiz gibi bu dönemin en önemli tiyatro yazarlarından Feraizcizade Mehmet Şakir Efendi’dir.
Oyuncuların tiyatro yönetimiyle ilişkileri, aldıkları para da sözleşme ve yönetmelikle düzenleniyordu. Bununla birlikte, oyuncuların inançları, önyargıları kimi kez tiyatronun ana kurallarını hiçe sayarcasınaydı.Örneğin Schiller’in Haydutlar’ı Osmanlı Topluluğunca oynandığında, müslüman oyunculardan Ahmet Necip ile Hüsnü Efendi oyunun Bohemya ormanlarında geçen 2. perdesinde giyimlerinden, sarıklarından vazgeçmemişler, sahneye öyle çıkmışlardı. Bunun gibi Hasan Bedrettin’in Iskat’i Cenin adlı oyunu oynanmak istendiğinde kadın oyunculara çocuk düşürmek konusunu ele almak zor geldiği için oynanamamıştır. Bu ilişkileri düzenlemek için zaman zaman birtakım girişimler olmuştur.
Oyunculukla ilgili önemli bir konu da yetişme olanağı yoktu. Sarayda Muzıka-yi Hümayun bir çeşit okul gibiydi. Burada müzik yanında tiyatro eğitimi de yapılıyordu. Ancak sarayın dışında oyuncular usta – çırak ilişkisi içinde yetişiyorlardı. İlk Ermeni oyuncuların yetişmesinde, öğrenimlerini İtalya’da ve Avrupa’nın başka yerlerinde yapmış Ermenilerin büyük yararı olmuştu.
Yetiştirmede Nestor Noci gibi, Türkiye’de kalan başka yabancıların da büyük katkısı olmuştu, Eti, Eugene Meynadier,hem orkestra yönetmeni hem sahneyekor Solie,dekor sanatçıları Merlo ve Fornari gibi. Müzikli oyunlar sahneye koyan yerli topluluklarda orkestra yönetmenleri de hep yabancılardandı. Bu yabancıların çoğu dışardan bir toplulukla gelmişler, sonra Türkiye’de kalmışlardır. Yerli sanatçıların yetişmesinde, görgü-bilgi kazanmalarında, Türkiye’ye sık sık gelen ve sayıca bol yabancı toplulukların da büyük yardımı oluyordu. Özellikle İtalyan, Fransız, Alman oyuncuları seyretmek, Batı sahnesi üzerine yerli sanatçılara çok şey kazandırıyordu. Bu arada bu dönemde Avrupa sahnelerinin kalburüstü santçıları da gelmişti.
Bu dönemin bellibaşlı oyuncuları arasında Müslüman oyuncuları görelim. Müslüman oyuncuların sahneye çıkması 1847’lerde saray çevresinde olmuştu. Abdülhamit çağında sarayda tiyatronun yönetmeni esvapçıbaşı İlyas Beydi. Ayrıca Müzika-yi Hümayun konutanı Neşet Bey ve Müzika-yi öğretmeni Mehmet Zati (Arca) da çalışmaları yönetiyordu. Oyuncular arasında Kolağası Halil Bey, Vasıf Bey, Garip İhsan Bey, Halim Bey, Nazif, Fuat, Hilmi, Ali İlyas, İsmet Halil, Hakkı, Çerkes Vehbi, Salih, Ömer ve başkaları bulunuyordu. Türk tiyatrosunın II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinin başlangıç yıllarında en önemli sahne sanatçılarımızdan biri olan Naşit de burada yetişmişti.
Batılı anlamda ilk Müslüman profesyonel tiyatro oyuncusu Ahmet Necip Efendi(?-1898) Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatrosunda oynamştır. Ahmet Fehim, ilk Müslüman oyuncunun kendisi olduğunu, sonra Nuri’nin geldiğini, ama onun gözüpek olmadığı için çabuk çekildiğini söyluyor.
Ahmet Necip’in ilk Türk profesyonel oyuncusu olarak benimsenmesine karşın Ahmet Fehim (1857-1930)’in oyuncu, yönetici, yetiştirici, sahnekor ve dekorcu olarak ilk Türk Tiyatro adamı olduğunu ileri sürebiliriz.
Adlarına rastladığımız öteki Müslüman oyuncular şunlardı: Hüsnü (Ethem), İsmail Hakkı, Mehmet Edip, Selim, Mehmet Vamık, Mustafa Fazıl, İbraim Efendi, Murat Efendi , M.Arif Efendi. Ortaoyunculuğundan gelip bu dönemin tiyatrosunda önemli yerleri olanların başında Hamdi (Kavuklu) Efendi, Küçük İsmail Efendi, İsmail Hakkı Efendi (Büyük İsmail Abdürrezzak), dönem sonlarına doğru Kel Hasan, Ahmet Hulusi, Kemal Efendi, İsmet Fahri, Hakkı Necip vb.
Belli başlı Eremeni oyuncularına gelince, bunlardan kadınlar arasında şu adları sayabiliriz: Yeranuhi Karakaşyan, Vergine Karakaşyan, Aznif Hratca ve Mari Nıvart vb.Erkekler arasında ise ;Bedos Atamyan, Davit Triyans, Karakin Riştuni ve Manuk Sisak vb.
Bu dönemin sahne düzeni bilgilerimiz pek azdır. Önce gösterimlerin fotoğrafları pek azdır, sonra gösterimler eleştirilerinde bu konulara çok az değinildiği için sahne düzeni, dekorlar ve giysiler üzerine yeterli bilgi edinemiyoruz.Yabancı tiyatro topluluklarının gösterimleri sahne düzeni ve tekniği üzerinde yerli topluluklara yol gösterici oluyordu. Ayrıca bu toplulukların sahneyekor için çalışıyorlardı. Noci, Asti, Meynadier Soulie , George Gonnet-Lévy gibi sahneyekorlar. Fornari, Merlo gibi dekorcuların yerli topluluklara çok yardımları olmuştu. Ancak, bu tarihte Avrupa tiyatrosunda bile sahneyekorluk çağcıl anlamda gelişmiş değildi. Dilimize giren rejisör sözcüğü aslında Fransızca’dan girmekle birlikte, bu sözcüğün Fransızca’da anlamı sahne yönetmeni anlamındaydı.
Hemen her tiyatronun demirbaş dekorları vardı. Gelen topluluk bu dekorları oyuna uygun bir biçimde kullanırdı. Ahmet Fehim, Gedikpaşa’da sahnenin sofitasına çekilmiş böyle 95 perde olduğunu, bunların mağra, salon, divanhane, hapishane, mezarlık, meydan cadde, kilise, yoksul odası, zengin odası, kitaplık, deniz, orman ve bahçe gibi kullanıldığını söyler. Çoğunlukla bunları Naum’un dekorcusu Merlo yapmıştı. Henüz kapalı dekor (decor frmé Yahut box set) kullanılmıyordu. Ahmet Fehim bunun ilk Bursa Tiyatro’sunda Moliére’in Okumuş Kadınlar’ı için kurulduğnu (Ahmet Fehim’in ile Triyants yapmışlar) belirtiyor.Ancak sonra bunların güzellerini Şişeciyan gerçekleştirmiştir.
3.Tanzimat’ta Tiyatro Toplulukları
Bu dönemin tiyatro topluluklarına ayırdığımız bu bölümde konunun ağırlığı 1870’te on yıllık bir tekel almış Osmanlı Tiyatrosundadır. Ancak daha Ermenice oynamakla birlikte Türkçe de gösteriler vermiş olan daha önceki topluluklardan da söz açmak gerekmektedir. Ayrıca Osmanlı Tiyatrosu yöneticileri ve sanatçıları bu dönemlerde yetişmişlerdir.Tam bir tiyatro topluluğu olmayıp cambazlık, Ortaoyunu benzeri gösteriler yapan ilk profesyonel topluluklardan Ohannes Kasparanyan’ın kurduğu topluluktan sözaçmak zorunlu olmuştur. 1846 yılında Beyoğlu’nda komiser Muhsin Beyin yüreklendirmesiyle toprak satın alındı, ve tahtadan Avrupa biçimi bir oyun yeri kuruldu, aynı yılın Mayıs ayında gösteriler başladı. Daha çok sirk, kaba güldürüler, Ortaoyunu ve benzeri gösterilerdi. Giderek Dram da oynanmaya başlamıştı.
Topluluğun çalışmaları 1866 yılına dek sürdü; Kasparanyan’da 1867’de öldü. Aramayan topluluğu tiyatro binaları kurması, ilk profesyonel topluluk olması, ayrıca Türk geleneksel tiyatrosuna yakın bir üslupta oyunlar vermesi ve Gedikpaşa Tiyatrosunun tiyatro temsilleri için kullanılmasında önemli bir adım atması bakımından ilginç ve anılmaya değer bir topluluktur.
Kasparanyan topluluğunun Türkçe gösterimler verip vermediğini bilmiyoruz. Bunun için Sırapyan Hekimyan’ı beklemek gerekir. Öğrenimini İtalyan okulunda ve Venedik’te tamamlayan Hekimyan 1857’de yazdığı oyunları bir kitapta topladı.1856’da daha sonra tiyatroculukta önemli kişiler olan sanatçılardan bir topluluk kurdu. Önce İtalyanca ve Türkçe gösterimler verdi. Halka verdiği bu gösterimleri sonra sarayda da sundu.
Vaspuragen topluluğunun İzmir’deki çalışmaları sürerken İstanbul’da tiyatro etkinliği sönüktü. Bedros Magakyan yeni bir topluluk kurdu. Magakyan’ın türkçe oyunlarıda olduğunu biliyoruz. Öte yandan, Ortaköy-Hasanköy çalışmaları sürüyordu. Şark Tiyatro’sunun kimi oyunları ortaya geçti. Saray Şark Tiyatrosuna yardım etti. Altunduryan Kardeşler Alkazar binasını yıkıp yeni bir Tiyatro kurdular adı gene Şark Tiyatrosu oldu. 1866-67’de saray çevresi Şark Tiyatrosuna karşıydı. Ulusçu yazar Mikael Nalbantyan’ın ölüm yıldönümünün kutlaması töreninde siyasal bir anlam görülerek Şark Tiyatrosu kapatıldı.
Osmanlı Tiyatrosu topluluğunun başlangıç ve sona erişinin kesinlikle belirtilmesi büyük güçlükler gösterir. Çünkü Asya Kumpanyası çalışırken Osmanlı Tiyatrosu
vardı ve Türkçe oyunlar da oynuyordu. Başlangıç olarak Asya kumpanyası’nın ilk Türkçe gösteri verişini de ortaya koyabiliriz. Ancak burada topluluğun adı Osmanlı Tiyatrosu değildir. Güllü Agop’un başında bulunduğu toplulukla Türkçe gösteri vermesi de bir başlangıç olamaz, çünkü Vaspurungen Tiyatrosu da Türkçe oynamıştı, bunun başında da Güllü Agop vardı. Belki en sağlam tarih Osmanlı tiyatrosu’na asıl gücünü veren 1870 yılında 10 yıllık Türkçe gösteri verme tekelinin tanınışı olabilir. Bunun gibi Osmanlı Tiyatrosu’nun sona eriş tarihi de karmaşıktır bu tarih on yıllık tekelin sona erişi olabilir.
Gedikpaşa Tiyatrosu, önceleri tiyatroya da yer verilien bir cambazhane gibi kurulmuş üste 1859’da hükümet burayı İstanbul tiyatrosu adıyla tanıyarak ,bir de onbeş yıllık tekel vermişti. Bina zaman zaman değişikliğe uğradığı gibi, yöneticileride zaman zaman değişti. Bu tarihlerde Osmanlı Tiyatrosu bir topluluğun değil, bir tiyatronun adıydı . 1866 yılındaki gösterimlerinde Türkçe olup olmadığını bilmiyoruz. Bina yeniden yapıldıktan sonra bu gösterimler sürüp gitti Keork Karabetyan’ın çevirdiği César Borgia’nın Gedikpaşa’daki Osmanlı Tiyatrosu’nda oynayacağı duyrulmştur. Tiyatro-yi Osmani’nin tiyatronun adı olduğunu, oyunu bu tiyatroda Asya kumpanyasının oynayacağını ve Fransızca’dan çevirenin Karabet Papazyan Efendi olduğunu öğreniyoruz. Güllü Agop’un artık Asya Kumpanyası adını bırakıp, Osmanlı Tiyatrosu adını benimsediği duyurulardan anlaşılmaktadır Leyla ile Mecnun’un oynanışıda duyulmuştur.
1870 yılı bu dönem için önemli bir yıldır. Tiyatrolara ödenekler verme, ayrıca yüreklendirme, isteklendirmenin yanısıra, dönemin başlarında bir ulusal tiyatro kurulması fikri vardı. Bu fikrin girişimcisi Ali Paşa idi. Darülfünun’dan Ali Suavi Efendi, 28 Aralık 1869’da Sadrazam Ali Paşa adına ve onun verdiği yetki ile birkaç yüksek görevli ile birkaç tanınmış kişiyi çağırıyor. Bunlar arasında Türk, Ermeni, Bulgarlar vardı. Toplantının amacı, birlikte düşünerek, anlaşarak bir tiyatro kurmaktır. Tiyatronun adını “Tiyatro-yi Sultani” olması kararlaştırılıyor. Tasarıya göre bu tiyatroda seçkin ve ahlaka uygun oyunlar ve tregedyalar Türkçe, Rumca, Bulgarca ve Ermenice oynanacaktır. Girişim için Pay senedi çıkaracaklar, ayrıca tiyatroyu kurmak için hükümetten 6.Daire bölgesinden arazi istiyorlar.Ancak, bu girişimden sonuç alınamamıştır bunun yerine Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatrosu’na on yıllık bir tekel verilmişti.
Osmanlı Tiyatrosu Türkçe oynatma tekeli almakla birlikte Ermenice gösterimler de veriyordu. Basın genellikle bu yıllarda Osmanlı Tiyatrosu’nu destekliyordu. 1872-73 Osmanlı Tiyatrosu’nun parlak yıllarıdır. 1872 yılında Osmanlı Tiyatrosu o zamanlar Nestor Noci’nin yönetimindeki Fransız tiyatrosun’da, Comete Barboloni, Comte de Grimberhe, Ahmet Vefik Paşa ve başka önemli kişilerin koruyuculuğunda gösterimler veriyordu.
Seyircilerin çoğunlukla Harbiye ve Tıbbiye öğrencileriyle subaylardan oluşması basında hoşnutluk yaratmıştır. Telif oyunlarında büyük gelişme görülmüştür. Tiyatroda Türk yazarları oluşturduğu. Dil ve Dramaturgluk çalışmaları yapan Tiyatro Komitesi bu dönemde kurulmuştu. 1874 yılı Güllü Agop’un topluluğu içinde iki tehlikeli rakibin belirdiği yıldır. Güllü Agop 1870’ten başlamak üzere on yıl içinde Türkçe komedya, dram, tragedya ve vodvil oynatmak tekelini elinde tutuyordu. İşte bir yandan bu tekelin müzikli oyunları kapsamadığı bu bakımdan opera,operet bir topluluk, öte yandan tekelin yanlız metne dayanan oyunları içerdiği savıyla Tulat tiyatrosu ortaya ortaya çıktı. Avrupa’da bu tekelin kapsamadığı oyun türleri yeni yeni tiyatroları türediği çok görülmüştür.
Güllü Agop’un tekelini bozan ilk topluluk besteci Dikran Çuhacıyan’ın kurduğu Opera tiyatrosu topluluğu idi. Kırk elli öğrenci ile kendi esri olan Arif’in Hilesi müzikli oyun provalarına başlamıştı. Güllü Agop tekelini ileri sürerek bunu davayla engellemek ister.
1875 yılında Güllü Agop’un tekeline karşı çıkan ikinci rakibin Tulat tiyatrosu olduğunu söylemiştik 1875 yıllında ilgin bir habere rastlıyoruz: Hamdi Efendi yönetiminde Zuhuri Kolu, Moliére’e öykülenen gösterimlere başlamış Aksaray’da bir sıra locası olan 300 kişilik yeni bir tiyatroda, bir İtalyan orkestrasıyla temsiller veriyordu. Erkekler kadın rollerinide oynamaktaydılar. Nitekim gazetelerde bundan sonra “Hamdi Efendi idaresiyle Hayalhane-i Osmani” başlığı altında duyurulara sık sık rastlıyoruz. Ortaoyunculardan oluşan Hayalhane-i Osmani topluluğunun kuruluşu ayrıca tiyatro tarihimizde önemli yeri olan Tulat tiyatrosunun da başlangıcıdır. 1876’da Güllü Agop’un Osmanlı tiyatorsu, bozulmaya, gerilemeye yüz tutmuştur.Önce pandomino toplulukları artmıştır. Bir ara Gedikpaşa’daki topluluğunun Güllü Agop yerine başka bir yönetimin altına girdiği görüyoruz. Kimi duyuruların başında bu gösterimlerin Güllü Agop’un izniyle olduğu belirtilmektedir. Bu arada konumuzun dışında kaldığı için üzerinde durmadığımız Ermeni toplulukları da kurulup dağılıyordu. Güllü Agop 1877 ortalarına dek yönetimini Dikran Kalemciyan’a bırakmıştı. 1877 Türk-Rus savaşının patlak verdiği yıldır. Güllü Agop’un topluluğu bir yandan müzikli gösterimleri yürütürken bir yandan da savaşa uygun düşecek vatanseverlik oyunları ve şarkıları sahneliyordu.
1878-79 döneminde Güllü Agop gösterimleri sürmektedir. Türk-Rus savaşı sona ermiş, barış görüşmeleri sırasında Rus askerleri bir süre Edirne’de kalmıştır. İşte bu sürede Güllü Agop’un oyuncularının hemen hepsi Edirne’ye gitmişlerdi. 1879 yılında önemli bir olay, o yıllıarda Bursa valisi olan Ahmet Vefik Paşa’nın girişimiyle Bursa’da bir tiyatro kurulmasıdır. İstanbul’dan gelen tiyatroculardan Fasulyeciyan, Holas, Fasulyeciyan’ın karısı, Küçük İsmail, Ahmet Fehim, Triyans, Tospatyan, Hiranuş ve başkaları. 1879’da kurulan tiyatro Ahmet Vefik Paşa’nın azledilmesiyle 1882’te kadar sürer. Bu tiyatroda, bu tiyatroya katılmış sanatçıların anılarına göre Moliére’in tüm oyunları gösterilmiştir.
Yeniden 1879 yılına dönersek Güllü Agop gösterimleri sürüyordu. 1880 yılı Güllü Agop için hem on yıllık tekelin, hem de Gedikpaşa Tiyatrosuyla sözleşmesinin sona erdiği yıldır. 1881 yılında Güllü Agop’un artık yönetimi bıraktığı basında çıkan yazılardan ve Güllü Agop’un bunlara verdiği cevaplardan anlaşılıyor. Tiyatro, Mınıkyan yönetimindedir. 1881’de beklenmiyen bir olay, belki de Güllü Agop’un tekelinin sona erişiyle ilgili olabilir. Belediyenin Üsküdar ve Kadıköy’de Türkçeden başka dilde gösterimleri yasaklamış olmasıdır. Gerekçesi Tam anlaşılamamış olan bu yasağın ne kadar sürdüğü bilinmemektedir. 1882’de Mınıkyan Güllü Agop ile birleşti. Tiyatro yaşamı Şehzadebaşı’na kaymıştır.
Mınıkyan’la Küçük İsmail’in birlikte çalıştıkları dönem üzerine elimizde bir Güzel Elen el ilanı bulunmaktadır. Topluluğun adı Osmanlı Tiyatrosu Osmanlı Dram ve opera Kumpanyası’dır. 1892’nin önemli bir olayı Şahinyan’ın kurduğu operet topluluğudur. Topluluk duyurduğu oyunlardan ancak bir kaç tanesini ortaya koyabilme olanağı bulmuş, sonrada dağılmıştır. Bu geçici girişimlerin yanısıra Mınıkyan topluluğu kendi oyun dağları ve oyuncu kadrosunu ile gösterimlerini sürdürüyordu. Abdi’nin Handehane-i Osmani, Kel Hasan’ın Hayalhane-i Osmani Kumpanyası’nın yanısıra KomikArif Efendi’nin Lübyatı Osmani Kumpanyası adını verdiği topluluğun 1894’te duyurularına rastlıyoruz.
4.Tanzimat’ta Tiyatro Binaları
İzmir’de 1830’da bir tiyatronun olduğunu biliyoruz. İstanbul ve İstanbul’un Beyoğlu yakasında gerek eskileri, gerek sürekli bakımından iki önemli tiyatro vardır: Fransız Tiyatrosu ile Naum Tiyatrosu. Ancak Fransız Tiyatrosu üzerine kesin bir bilgimiz yok. Beyoğlu’nda ikinci önemli tiyatro binası Naum Tiyatrosudur. Bosca adında ünlü bir İtalyan gözbağcısı Galatasaray’ın karşısında temsiller vermek üzere bir tiyatro için bir ferman almıştı. Bosca’nun tiyatrosunu yaptığı arazi Michel Naum Duhani adında bir Halep’linindi.
Beyoğlu’nun önemli tiyatrolarından birisi de Fransız Tiyatrosu karşısındaki bugün Saint- Antoine kilisesinin bulunduğu yerdeydi Adı Concordia idi. Cadde üzerinde kışlık tiyatrosu, arkada ise yazlık tiyatrosu vardı. Concordia yıktırtıldı yerine Saint- Antoine kilisesi yaptırıldı.
Yakın yıllara kadar Odeon Tiyatrosu veya Eclair sineması adıyla bilinen, Bu günkü Lüks sinemasıyla ayakta duran ve ilginç bir tarihçesi olan Ağa camii yakınında ki sirk 1871’de Elhamara tiyatrosu adıyla açıldı.1874’de yandı.
1875’de mimar Barborini iki kat balkonu olan bu tiyatro yaptı. Tiyatronun adını önce Verdi Tiyatrosu olması düşünülmüştü. Ancak Veryete Tiyatrosu denildi. Veryete Tiyatrosu çoğunlukla sirkten bozma ve Halep Çarşısı içindeki bu gün tiyatroda olarak kullanılan Veryete Tiyatrosu ile karıştırılmamalıdır. 1877’de Veryete Tiyatrosu hem adını, hem biçimini değiştirdi, adı Eldorado oldu.1897’de Eldorado gene değiştirdi, ve adı ilk düşünüldüğü gibi Verdi Tiyatrosu oldu. Verdi Tiyatrosu yeniden donatıldı. Bundan sonra Odeon Tiyatrosu adını aldı II. Meşrutiyet boyunca hep Odeon Tiyatrosu olarak bilindi.
İstanbul yakasına geçersek burada en öneml tiyatro Gedikpaşa Tiyatrosudur. Gedikpaşa’da önce sirk binası olarak kurulan Gedikpaşa Tiyatrosu, Türkiye’ye çok sık gelmiş olan Souillier cambazhanesi için kurulmuştu. Gedikpaşa Tiyatrosu’nun adı Osmanlı Tiyatrosu oluyor ve sonra da Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatro’suna geçiyor. Gedikpaşa Tiyatrosu’nun sona erişi ise1884’te olmuştur.
İstanbul yakasında, Aksaray’da Hamdi Efendi’nin 300 kişilik tiyatrosu, Beyazıt’ta Misafirhane’de Çuharcıyan’ın 800 kişilik tiyatrosu, Şehzadebaşı, Vezneciler’de çoğu kıraathanelerden bozma tiyatrolar ve Sultanahmet’in 1880’de kurulan açık hava tiyatrosu vardı. Üsküdar’daki Aziziye Tiyatrosu İstanbul’un eski tiyatrolarındandır. İstanbul’dan sonra en önemli tiyatro merkezi İzmir’di. İlk tiyatro 1830’da kurtuldu Böylece Ortadoğu’nun halka açık ilk tiyatrosu İzmir’de gerçekleşmiş oldu. 1841’de Euterpe adında küçük bir tiyatro kuruldu Rumların Theatron Samirnes adını verdikleri İzmir Tiyatrosu bunun yakınlarındaydı.
İzmir dışında Adana’da Ziya Paşa’nın valiliği sırasında, daha önce gördüğümüz Bursa’da Ahmet Vefik Paşa’nın valiliği sırasında buralarda birer tiyatro yapılmıştı. Bu sayıların dışında da Anadoluda’da tiyatrolar vardı.
Saray Tiyatrolarına gelince özellikle Çırağan Sarayı ve Dolmabahçe Saray’ındaki geçici tiyatrolar yapılmıştı. Bunlardan önemlileri Abdülmecit’in Dolmabahçe Saray’ı için yaptırdığı tiyatro ile Abdülhamit’in Yıldız Saray’ındaki Tiyatrolarıdır.
5.Tanzimat’ta Dramatik Edebiyat-Yazarlar
İlk Türk oyunu yazarı İbrahim Şinasi (1826-1871) gelmektedir. Gazeteci, şair, denemeci İbrahim Şinasi’nin tek oyunu daha önce Dolmabahçe Saray Tiyatrosu’nda oynamak üzere ısmarlanmış Şair Evlenmesi’dir İbrahim Şinasi ilk Türk tiyatro eserini verdiyse, bu döneme güçlü kişiliğiye her bakımdan damgasını vuran Namık Kemal (1840- 1888) de çağında çığır açan Vatan Yahut Silistre, Zavallı Çocuk, Akif Bey, Gülnihal, Celalettin Harzemşah ve Kara Bela oyunlarını yazmıştır. Bu eserler öteki yazarları bunlara öykünerek oyun yazmaya isteklendirdiği gibi, Namık Kemal bunlardan başka tiyatro üzerine yazdığı yazılar ve Celal Mukaddimesi ile tiyatro konusunda görüşlerini belirtmiştir, yazarlarla mektuplaşmalarında onlara yol göstermiş, onlarınn eserlerini eleştirerek, düzelterek çağında yazarlar yazarı gibisinden çok önemli bir yeralmıştır. Bu dönemin bir başka tiyatro yazarı Ahmet Mithat (1844-1912)’dir. Çağında pek çok oyun sahnelemiştir Eyvah!, Açık Baş, Ahz-ı Sar yahut Avrupa’nın Eski medeniyeti, Hükm-i Dil, Çengi yahut Daniş Çelebi, Fürs-i Kadide Bir facia yahut Siyavuş , Çerkez Özdenleri, Zeybekler. Şemsettin Sami (1850-1904)’nin üçü de yayınlanmış ve oynanmış oynanmış üç başarılı oyunu vardır. Besa yahut Ahde Vefa, Gave, Seydi Yahya. Recaizede Mahmut Erkem (1847-1931) dört oyun yazmıştır: Afife Anjelik, Afala yahut Amerike Vahşileri, Vuslat yahut Süreksiz Sevinç, Çok bilen Çok Yanlıdır. Ebüzziya Tefik (1894-1893) biri Victor Hugo’nun Angelo’sundan uyarlama Habbibe yahut Semahat-i Aşk, öteki Ecel Kaza olmak üzere iki oyun yazmıştır. Samipaşazade Sezai (1852-1936) ‘nin biri basılmamış Bir Düşmüş Kadın öteki yayınlanmış Şair adlı iki oyunu vardır. Muallim Naci (1852-1837) bir tek oyun yazmıştır; Hazim Bey yahut Heder.
Bu dönemin verimli ve çoğu kez birlikte çalışan yazarları Manastırlı Mehmet Rıfat (1851-1907) ile Hasan Bedrettin Paşa (1850-1911)’dir. Birlikte Temaşa adında, içinde telif ve çeviri 20 kadar oyun bulunan bir dizi yayınlanmıştır. Bu dönemin önemli kişilerinden birisi Ahmet Vefik Paşa (1823-1891)’dir. Gerçi tiyatro eserlerinin hepsi çeviri uyarlama olmakla birlikte Moliére uyarlamalarında gösterdiği başarı ile sanki oyunları yeniden yazmışçasına özgün olabilmiştir. Bu dönemin en önemli oyun yazarı Bursa’lı Feraizcizade Mehmet Şakir (1853-1911)’den söz açmak gerekir. Feraizcizade Mehmet Şakir, Ahmet Vefik Paşa yanında yetişmiş Moliére etkisiyle, özgün yaratı olarak 6 komedya yazmış ve bunları kendi basım evinde yayımlamıştır; Teehhül yahut İlk Gözağrısı, İnatçı yahut Çöpçatan ,Evhami İcab-i Gurur yahut İnkilab-i Muhabbet, KırkYalan Köse ve bunun arkası Yalan Tükendi.
İlk Tragedya denemelerini yapan Ali Haydar Bey (1836-1914)’in üç eseri yayımlamış ikisi Gedikpaşa Tiyatrosunda oynamıştır; Sergüzeşt’i Pevriz, İkinci Ersas ve Rüya oyunu.
6. Tanzimat’ta Oyunlar Türler
Bu dönemin oyunlarını incelerken bunları altı öbekte topladık.
a) Komedyalar
b) Manzum Dramlar
c) Romantik Dramlar
d) Melodramlar
e) Evcil ve Duygusal
a) Komedyalar : Gelenekten gelme yetenekle bu dönemin en başarılı türleri komedyalar ve buna çok yakın müzikli oyunlardır. Ancak ne yazık ki komedya ötekilere göre az yazılmış, bunlar içinden sahneye çıkanlar daha az olmuştur. Bu dönemin en başarılı komedya yazarı Feraizcizade Mehmet Şakir olduğunu belirtmştik. Dolantıları kurmada, karakterleri canlandırmada, çağın törelerini, düşüncelerini vermede usta bir tiyatro yazarı olan Mehmet Şakir, dili bakımından da çağın çok ilerisindedir.
b) Manzum Dramlar : Manzum dramlar diye bir tür yoktur. Ancak, bu dönemin yazarlarından tragedya yazmayı isteyenler tragedyanın gerektirdiği kuruluşu, çatışmayı, izlenim ve etkiyi gerçekleştirememişlerdir. Bu çabanın sonucu ortaya çıkan eksik (ya da taslak tragedyalar) <<tragedya>> yerine <<manzum dramlar>> demeyi yeğlemişlerdir. Artık ömrünü yitirmiş tragedya türüne Avrupa yazarları bile bocalarken, bizim yazarlardan başarılı sonuç beklemek gereksiz olurdu.
c) Romantik Dramlar: Bu dönem üzerinde Romantik Akım en büyük etkiyi yapmıştır. Burada yanlız belirli, sınırlı bir dönemi Hugo Romantikliğini düşünmemeli. Hugo’nun büyük etkisi altında olmasına ramen, bu dönemin romantik dramlarının yanlız bir örneğe dönük olduğu söylenemez Romantikliğin temeli özgürlüktür: klasiklik, mantık, gerçekçilik ise olaysal gerçeklerle bağlı iken romantiklik bu bağların hiç birini tanımaz. Bu dönemin romantik dramlarını incelerken belli bir romantik örnekten çok Avrupa tiyatrosunda Ortaçağ dinsel dramlarında Elizabeth İngilteresi ve İspanyol Altın çağına; Schiller, Goethe, Hugo’dan Elmond Rostand’a geniş bir gelenek düşünülmelidir.
d) Melodramlar: Gerek yabancı gerek yerli toplulukların çok oynaması, biçim bakımından belirgin, kesin olması ve çağın anlayışına uygun düşünmesi bakımından bu dönemin en iyi tanınan türü melodramlardır. Bunlar romantik dramlarla duygusal dramlara da büyük yakınlık göstermekte birlikte bu dönemin incelediğimiz kimi melodramları bu iki tür arasında bocalamasına rağmen örneklerin çoğu melodram türüne uygundur.
e) Duygusal ve Evcil Dramlar : Duygusal ve evcil dramlar bu dönemin başarısız olmakla birlikte en özgün türüdür.Yazarlar bu türde bir ölçüde gerçekçi olabilmiş, evcil ve toplumsal dramlar yolunda ilk denemeleri yapmışlardır. Bunlarda göreneklere körü körüne bağlılığın , aile reislerinin ve gençlerin kumara, içkiye, eğlenceye düşkünlüklerinin, çok evliliğin, yaşlı erkeklerin genç kızlara düşkünlüğünün, esirliğin, kaçgöçün olumsuz sonuçlarıyla, gençlerin sevgilileri ve evlenmeleri gibi konularda toplumsal sorunlara parmak basmıştır.
f) Müzikli oyunlar : Bu dönemin en başarılı türü, güldürü, opera, operet, vodvil biçiminde yazılmış müzikli oyunlar olmuştur. Bu başarının iki nedeni olabilir: Önce eski geleneksel tiyatromuzda müzik, dans ve güldürünün bir karışımı olduğu için yazarlar ve seyirciyi beğenisi bu türe yatkındı. Sonra da önce gördüğümüz gibi, Batı tiyatrosuyla tanışıklığımızda yabancı toplulukların karşımıza çıkardığı örneklerin en iyileri dramatik tiyatrodan çok lirik tiyatrolardı. İstanbul’da da yabancı besteci ve yazarlar operalar, müzikli oyunlar yaratmışlar ve bunları ilk kez İstanbul’da sahneye koymuşlardı.
İlk tiyatrolar ve tiyatro gösterimleri asıl Türklerin yoğun oldukları İstanbul yakasında değil de Beyoğlu’nda başladı. Çoğulukla yabancı dilden olduğu, üstelik yolların ve taşıtların gelişmemişliği, bundan başka güvenlik bakımından da gece sokağa çıkmak tehlikeli olduğu düşünülünce, ancak çok yürekli kimseler bu serüveni göze alabiliyordu.
Beyoğlu bu yıllarda çok karışık ve tehlikeliydi. Kumar yerlerinden çıkan kimseler aynı saatlerde tiyatrodan çıkan halka saldırıyor, parasını çalıyor, bıçaklama gibi çeşitli polis olayları oluyordu. Bununla birlikte Türklerin genede bu gösterilere gitmiş olduğunu Beyoğlu’nun kuzeyinde (Taksim yöresi olacak ) yapılan iki anfiteatra’in seyircilerine ilişkin bilgilerden öğreniyoruz .
İstanbul’un Türk kesimi yakasına tiyatro yapılması oldukca eskidir. Ancak burada tiyatro gösterilmesi daha sonradır. Bununmla birlikte Gedikpaşa’daki Osmanlı tiyatrosunun temsillere başlaması Güllü Agop’tan öncedir.İşte bu tiyatronun bir duyurusu Halkı Beyoğlu’na gitmekten,otel, lokanta güçlüklerinden kurtaracağını belirtiyor. Güllü Agop yönetiminde gösterimler İstanbul yakasında kalıcı ve sürekli olarak başlayınca bu kez Beyoğlu yakasında bulunanların buraya gitmesi güçleşti. Bununla birlikte Ahmet Vefik Paşa’nın Bir Yabancı Dostu yazısında Beyoğlu’nun tiyatro meraklılarının geceleyin uzun yolu göze alarak Gedik Paşa tiyatrosuna sık sık gittiklerini yazıyor. Ayrıca İstanbul yakasının Türk tiyatro toplulukları Beyoğlu ve İstanbul’un başka yörelerinde de gösterimler veriyorlardı.
Tiyatroların içinde çeşitli nedenlerle kavgalar, gürültüler eksik olmuyordu. Kimi kez sahnedeki dinsel bir durum üzerine gürültü çıkıyordu.Ya da arkadaki seyircilerin görünüşe engel olan kadınların şapkaları yüzünden bir tartışma çıkmış, polis işe karışmış, gürültü edenleri zorla çıkartmak istemiş, gösterim durmuş tiyatro da geçici olarak kapatılmıştır. Hükümet bu çeşit olayları önlemek için ya tiyatroyu kapatıyor, ya da arada bir yönetmelik çıkarıyordu.Nitekim gene Naum Tiyatrosundaki olaylar için böyle bir yönetmeliğin çıkarılacağını gazeteden öğreniyoruz.
Seyircinin bir düzene girmesi için kamu çevreleri büyük çaba gösteriyordu.1859’da eski Gedikpaşa Tiyatrosunun yerine, Tatlıkuyu yakınlarında kurulan tiyatro için Meclis-i Vala-i Ahkam-ı Adliye beş bölümlük, 31 ve bir ek maddelik bir tüzük hazırlanmıştır. İşte bu tüzüğün IV.bölümü ve 25,26,27ve 28 maddeleri seyirciyle ilgilidir. Bunlara göre seyirciler salona silah deynek şemsiye ve sarhoş olarak giremiyecekler, seyirciler sigara içmeye ayrılmış yerlerin dışında sigara içmeyecekler, tiyatroya küçük çocuk getirenler çocukların aykırı davranışlarından sorumlu tutulacaklar, ıslık çalmak, bağırıp gürültü etmek, düzen bağına ve görgüye aykırı davranışlarda bulunanlarla, oyuncuların gerektiği gibi oynamasına engel olanlar tiyatrodan atılacaklar, aynı şeyleri yaparlarsa kolluk kuvveti gönderilecek. Perde aralarında ve tiyatronun çıkışında, localara giren yollarda, geçitlerde eğlenmek de yasaklar arasındadır.Bunları yürütecek sorumluların kimler olduğu ve nasıl çalışacakları gösterilmektedir. Kimi durumlarda halkı tiyatroya alıştırmak, tepkilerini doğru yöne çevirmek, tiyatro görgüsü kazandırmak için çabalar olmuştur. Ahmet Vefik Paşa, Bursa Valiliği sırasında kurduğu tiyatroda seyirciye bunları öğretmek için büyük çaba göstermişti.
Ahmet Vefik Paşa Bursa Valiliğinden azli ,gazetelerde yeralmıştı.Bu haberlere göre, Paşaya yönetilen suçlamalar arasında, halkı zorla tiyatroya gönderdiği, kendisi el çırptığında halkın da alkışlamasına izin verdiği, kendisi alkışlamamış da halktan biri oyunu veya sanatçıyı alkışlamışsa Paşanın o kişiyi uluorta azarladığı yer alıyordu.Ahmet Vefik paşa böyle zorlu davranışlarının yanı sıra, aslında sanat bakımından halkı iyiye, güzele alıştırıyordu. Nitekim Bursa’daki bu tiyatro çalışmalarında önemli payı olan Ahmet Fehim Efendi, anılarında, paşanın Moliére gibi önemli yazarların değerli eserlerine sürekli yer verdiğini, Bursa halkının bunları başta yadırgadığını, Paşa Bursa’dan ayrılınca topluluğun melodramlar, hafif eserler oynadıklarını, ama sonraları halkın yanlız Paşanın çevirdiği değeri olan eserleri sevdiğini anlatıyor.
İlk başlarda tiyatrolar da seyircilik kurallarını öğretmek için el ilanları ile uyarılarılarda bulunuyorlardı. Yerlerin numaralı olduğu, başka yerlere oturulmaması, perde aralarında yemek içmek için gidilecek yerler görgü kuralları, salonda sigara içilmeyeceği, gürültü edilmeyeceği gibi konularda bilgi verilmektedir. Ayrıca, abone yöntemi, hizmetçilerin, uşakların efendilerini nerede bekliyecekleri tütün içilmemesi gibi konularda bilgi verilmektedir. Tiyatronun seyirciye karşı sorumluluklarını yerine getirmediğini söylerken bunu yanlız sanat açısından düşünmek gerekir.Seyircinin rahatını, güvenliğini sağlamasıda gerekmektedir. Murat Efendi’nin yukarıda verdiğimiz gözlemlere göre Gedikpaşa tiyatrosunun içinin havasız, duman dolu olduğunu söylemiştik. Seyircilere perde aralarında sigara içecekleri, dinlenecekleri yerler sağlanmış mıdır? Arada bir gazetelerde bu konuda duyurulara raslanmaktadır.
Tiyatrolar seyircinin güvenliği bakımındanda kötü koşullardaydı. Çıkış yerlerinin yeterli olmaması, yangın veya her hangi bir olayda halk için tehlikeli durumlar yaratıyordu.
Seyirci ile ilgili bir sorun da kadınlar ve çocuklarla ilgilidir. Kadınlar kaç göç nedeniyle ya kadınlara özgü gösterimlere gidiyorlar, yada tiyatroıdaki kafesli bölmeler varsa buralarda oturuyorladı. Bununla birlikte, kadının nasıl olursa olsun hiç tiyatroya gitmemesi isteniyordu.1859’da İstanbul Tiyatrosu Yönetmeliğine ek 4 Ramazan 1276 tarihli belgede kadınların içeriye alınması yasaklanıyordu.Güllü Agop’un tiyatrosuna1879’da, kadınlar için kafesli localar yapıldığını ancak tiyatronunun yöresinde hoş karşılanmadığını öğreniyoruz
Zaman zaman bu sorunun ortaya çıktığını bir gazeteden öğreniyoruz.Her şeye rağmen gene de el ilanlarından ya kadınlara özgü temsillerin verildiğini, ya da kadınların kendilerine ayrılmış kafesli bölümlerden oyun seyrettiklerini anlıyoruz. Ancak kadın üzerinde bu denli titizlikle dururken çocukların tiyatroya gitmesinde bir sakınca görülmüyordu. Orta oyunu, Karagöz gösterilerinde en açık sahneleri çocuklar seyredebiliyordu.
Seyircinin bu dönemdeki görünümü çizerken bunun yanı sıra tiyatronun nasıl anlaşıldığını da belirmek gerekir. Hele yepyeni bir yaşantıyı tadan bir toplumun tiyatrosu nasıl olmalıydı, işlevi neydi, tiyatrodan ne bekleyebilirdik? İşte dönemin anlayışı üzerine elimizde üç kesin kaynak bulunmaktadır. Önce basılı oyun metinlerinin öz deyiş veya son deyişlerle yazarların tiyatroyu nasıl anlatıklarını belirten düşünceleri. Sonra süreli yayınlarda eleştiri veya tiyatro üzerine yazılan yazılarda da bu yolda birtakım düşüncelere yer verilmektedir.
Tiyatro anlayışında önce tiyatronun gerekliliği üzerinde duruluyordu. Bu gereksinmede, uygar ülkelerin hepsinin gelişmiş tiyatrosu vardır, bizde uygarlık yolunda olduğumuza göre bizim de tiyatromuz olması düşüncesine yer verilmesinde hemen herkes birleşiyordu.
Tiyatronun işlevinin eğlendirmek mi yoksa, eğitmek, yararlılık mı olduğu kökeni çok eskilere giden bir tartışmadır.Yanlızca bir eğlence olduğunu bu dönemde kimse ileri sürmemiştir. Eğlence ve yarar işlevini birleşiren, bu konuda en doyurucu yazıları yazmış olan Namık Kemal’dir. Diyojen’de imzasız beş yazısı, Hadika’da bir, İbret’te bir, Şark’ta bir ve ayrıca ünlü Celal Mukaddemesi’nde ve başkaca yazı ve mektuplarında hep bu görüşleri yükümlü olarak savunmuştur.
Bu dönemin yazarları, Fransa’da 18. yy Mercier ve Diderot ‘nun kuramlarıyla ortaya çıkan ve Roussau’nun karşı olduğu tiyatronun varlık gerekçesinin ahlaksal ve siyasal yararı olması görüşünü benimsemişlerdir. İlerde göreceğimiz gibi bu görüşlerin sonucu olarak çıkan dram türü de bu görüşe uygun olduğu için benimsenmişti.Yazarlar belki bu kuramları eserlerinde tam uygulayamamışlardır, ama hiç değilse oyunlarının başındaki öndeyişte bu görüşlere yer vererek oyunlarına bir çeşit dokunulmazlık sağlıyorlardı. Öyle ki İstibdat’ın en baskılı yıllarında bile Mınakyan’ın Osmanlı Dram Kumpanyası’nı oynadığı melodramlara dokunulmamış, melodramın başlıca niteliği olan iyilerin iyiliklerinin karşılığını görmesi, kötülerin cezalandırılması bir öğrenek değerinde olarak bu oyunları kurtarmıştır.Sık sık söylenen “tashih-i ahlak”, “mekteb-i irfan”, “mesire-i edeb” nitelemeleri iyice yerleşmiştir.
Oyun konuları ve türlere göre incelemede daha iyi ortaya çıkacak bu sorunların yanısıra , salt tiyatronun benimsenmesini bir uygarlık adımı olduğu, belli bir uygarlık düzeyine erişmek için zorunluğu, ayrıca halkı eğitmekte güçlü bir araç olduğu düşüncesi savunuluyordu.
2.Tanzimat’ta Oyunculuk ve Tiyatro Sanatı
Tiyatronun bir temel öğesi seyirci ise, öteki de oyuncudur. Bu ikisi olmadan tiyatronun varlığından sözaçmak olanağı yoktur.Türkiye’de yeni başlayan Batı tiyatrosu için her şeyden önce oyuncu bulmak güçtü . Türkiye’deki Ermeni azınlığı bu işe önce başlamıştı. Seyirci çekmek için giderek Türkçe de oynamaya başladılar. Ancak, yetişkin Türkçeyi iyi konuşan, profesyonel etkinlikte oyuncu bulmak sıkıntısı dönem boyunca çekildi. Özellikle Müslüman oyuncu gerekliydi.Burada Müslüman kadın oyuncu zaten sözkonusu değildir. Öte yandan Türkler’de eskiye uzanan bir oyunculuk geleneği vardı. Ortaoyunu sanatçıları oyunculuk sanatı bakımından çok yetkindiler. İlk Ulusal Tiyatromuz sayılacak Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatrosu özellikle Türk oyuncularına ve Türk yazarların kapılarını açmaya önem verdi. Nitekim tiyatronun daha ilk yıllarında duyuru ve çağrıları etkisini gösterdi.
Güllü Agop’un parmak bastığı sorunlar arasında en önemlisi dil sorunuydu. Oyuncuların çoğunluğu Ermeni, bunların Türkçesi de bozuk olduğundan, tiyatromuzun bu dönemde en çok üzerinde durulan konusu buydu. Özellikle Ermeni oyuncuların metates ve çeşitli telaffuz bozukluklarından örnekler veriliyordu. Örneğin “maşrapa” yerine “marşapa”, “bayram” yerine “baryam”, “ense” yerine “ekse”, “çıplak” yerine “çılbak” ve “evet efendim” yerine “he efendim” denmesi üzerinde duruluyor, bunun yardımla düzeltilmesi için uyarılarda bulunuluyordu. Aynı dergi gene Osmanlı Tiyatrosu‘nda “gayret “yerine “garyet” dendiğini, bu gibi örneklerle bu tiyatroya Osmanlılıkla ilgili hiçbir şeyin olmaması bakımından Osmanlı Tiyatrosu denemiyeceğini söylüyor. Suçu yalnız Ermani sanatçılara yüklemek yanlıştı, oyun yazarlarının ağır, kitapça üsluplu dili ve Müslüman oyuncuların da yanlış Türkçeleri Diyojen’in 161. sayısında suçlanıyor.
Telaffuz konusunda önemli bir adım Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatrosu‘nda atıldı. 1873 yılında bir gazetede Gedikpaşa Tiyatrosunun yeniden örgütleneceğini, Raşit Paşa (Suriye Valisi), Kemal Bey (Namık Kemal), Halet Bey, Ali Bey, Nuri Bey ve Güllü Agop’tan oluşan bir kurulun çalışmalarına başladığını duyuruyor. Bunlardan Namık Kemal, Ali Bey bu dönemin önemli oyun yazarlarıdır. Nuri Bey’in bir denemesi vardı. Halet Bey, kimi oyunların çevrilmesine yardım etmişti. Kurul başkanlığına, Vezirlik ve Bayındırlık Bakanlığı yapmış Reşit Paşa seçilmiştir.
Bursa’da Ahmet Vefik Paşa’nın desteğiyle kurulan tiyatroda da böyle bir kurul vardır. Tiyatro Muhibbi Encümeni adını taşıyan bir kurulda Fransız konsolosu, Fransız konsolosluğu çevirmeni, Avusturya-Macar konsolosu, aşar nazırı Vizental, eşraftan (sonra paşa) Rasim Bey, Şakir Efendi, ilerde göreceğimiz gibi bu dönemin en önemli tiyatro yazarlarından Feraizcizade Mehmet Şakir Efendi’dir.
Oyuncuların tiyatro yönetimiyle ilişkileri, aldıkları para da sözleşme ve yönetmelikle düzenleniyordu. Bununla birlikte, oyuncuların inançları, önyargıları kimi kez tiyatronun ana kurallarını hiçe sayarcasınaydı.Örneğin Schiller’in Haydutlar’ı Osmanlı Topluluğunca oynandığında, müslüman oyunculardan Ahmet Necip ile Hüsnü Efendi oyunun Bohemya ormanlarında geçen 2. perdesinde giyimlerinden, sarıklarından vazgeçmemişler, sahneye öyle çıkmışlardı. Bunun gibi Hasan Bedrettin’in Iskat’i Cenin adlı oyunu oynanmak istendiğinde kadın oyunculara çocuk düşürmek konusunu ele almak zor geldiği için oynanamamıştır. Bu ilişkileri düzenlemek için zaman zaman birtakım girişimler olmuştur.
Oyunculukla ilgili önemli bir konu da yetişme olanağı yoktu. Sarayda Muzıka-yi Hümayun bir çeşit okul gibiydi. Burada müzik yanında tiyatro eğitimi de yapılıyordu. Ancak sarayın dışında oyuncular usta – çırak ilişkisi içinde yetişiyorlardı. İlk Ermeni oyuncuların yetişmesinde, öğrenimlerini İtalya’da ve Avrupa’nın başka yerlerinde yapmış Ermenilerin büyük yararı olmuştu.
Yetiştirmede Nestor Noci gibi, Türkiye’de kalan başka yabancıların da büyük katkısı olmuştu, Eti, Eugene Meynadier,hem orkestra yönetmeni hem sahneyekor Solie,dekor sanatçıları Merlo ve Fornari gibi. Müzikli oyunlar sahneye koyan yerli topluluklarda orkestra yönetmenleri de hep yabancılardandı. Bu yabancıların çoğu dışardan bir toplulukla gelmişler, sonra Türkiye’de kalmışlardır. Yerli sanatçıların yetişmesinde, görgü-bilgi kazanmalarında, Türkiye’ye sık sık gelen ve sayıca bol yabancı toplulukların da büyük yardımı oluyordu. Özellikle İtalyan, Fransız, Alman oyuncuları seyretmek, Batı sahnesi üzerine yerli sanatçılara çok şey kazandırıyordu. Bu arada bu dönemde Avrupa sahnelerinin kalburüstü santçıları da gelmişti.
Bu dönemin bellibaşlı oyuncuları arasında Müslüman oyuncuları görelim. Müslüman oyuncuların sahneye çıkması 1847’lerde saray çevresinde olmuştu. Abdülhamit çağında sarayda tiyatronun yönetmeni esvapçıbaşı İlyas Beydi. Ayrıca Müzika-yi Hümayun konutanı Neşet Bey ve Müzika-yi öğretmeni Mehmet Zati (Arca) da çalışmaları yönetiyordu. Oyuncular arasında Kolağası Halil Bey, Vasıf Bey, Garip İhsan Bey, Halim Bey, Nazif, Fuat, Hilmi, Ali İlyas, İsmet Halil, Hakkı, Çerkes Vehbi, Salih, Ömer ve başkaları bulunuyordu. Türk tiyatrosunın II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet dönemlerinin başlangıç yıllarında en önemli sahne sanatçılarımızdan biri olan Naşit de burada yetişmişti.
Batılı anlamda ilk Müslüman profesyonel tiyatro oyuncusu Ahmet Necip Efendi(?-1898) Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatrosunda oynamştır. Ahmet Fehim, ilk Müslüman oyuncunun kendisi olduğunu, sonra Nuri’nin geldiğini, ama onun gözüpek olmadığı için çabuk çekildiğini söyluyor.
Ahmet Necip’in ilk Türk profesyonel oyuncusu olarak benimsenmesine karşın Ahmet Fehim (1857-1930)’in oyuncu, yönetici, yetiştirici, sahnekor ve dekorcu olarak ilk Türk Tiyatro adamı olduğunu ileri sürebiliriz.
Adlarına rastladığımız öteki Müslüman oyuncular şunlardı: Hüsnü (Ethem), İsmail Hakkı, Mehmet Edip, Selim, Mehmet Vamık, Mustafa Fazıl, İbraim Efendi, Murat Efendi , M.Arif Efendi. Ortaoyunculuğundan gelip bu dönemin tiyatrosunda önemli yerleri olanların başında Hamdi (Kavuklu) Efendi, Küçük İsmail Efendi, İsmail Hakkı Efendi (Büyük İsmail Abdürrezzak), dönem sonlarına doğru Kel Hasan, Ahmet Hulusi, Kemal Efendi, İsmet Fahri, Hakkı Necip vb.
Belli başlı Eremeni oyuncularına gelince, bunlardan kadınlar arasında şu adları sayabiliriz: Yeranuhi Karakaşyan, Vergine Karakaşyan, Aznif Hratca ve Mari Nıvart vb.Erkekler arasında ise ;Bedos Atamyan, Davit Triyans, Karakin Riştuni ve Manuk Sisak vb.
Bu dönemin sahne düzeni bilgilerimiz pek azdır. Önce gösterimlerin fotoğrafları pek azdır, sonra gösterimler eleştirilerinde bu konulara çok az değinildiği için sahne düzeni, dekorlar ve giysiler üzerine yeterli bilgi edinemiyoruz.Yabancı tiyatro topluluklarının gösterimleri sahne düzeni ve tekniği üzerinde yerli topluluklara yol gösterici oluyordu. Ayrıca bu toplulukların sahneyekor için çalışıyorlardı. Noci, Asti, Meynadier Soulie , George Gonnet-Lévy gibi sahneyekorlar. Fornari, Merlo gibi dekorcuların yerli topluluklara çok yardımları olmuştu. Ancak, bu tarihte Avrupa tiyatrosunda bile sahneyekorluk çağcıl anlamda gelişmiş değildi. Dilimize giren rejisör sözcüğü aslında Fransızca’dan girmekle birlikte, bu sözcüğün Fransızca’da anlamı sahne yönetmeni anlamındaydı.
Hemen her tiyatronun demirbaş dekorları vardı. Gelen topluluk bu dekorları oyuna uygun bir biçimde kullanırdı. Ahmet Fehim, Gedikpaşa’da sahnenin sofitasına çekilmiş böyle 95 perde olduğunu, bunların mağra, salon, divanhane, hapishane, mezarlık, meydan cadde, kilise, yoksul odası, zengin odası, kitaplık, deniz, orman ve bahçe gibi kullanıldığını söyler. Çoğunlukla bunları Naum’un dekorcusu Merlo yapmıştı. Henüz kapalı dekor (decor frmé Yahut box set) kullanılmıyordu. Ahmet Fehim bunun ilk Bursa Tiyatro’sunda Moliére’in Okumuş Kadınlar’ı için kurulduğnu (Ahmet Fehim’in ile Triyants yapmışlar) belirtiyor.Ancak sonra bunların güzellerini Şişeciyan gerçekleştirmiştir.
3.Tanzimat’ta Tiyatro Toplulukları
Bu dönemin tiyatro topluluklarına ayırdığımız bu bölümde konunun ağırlığı 1870’te on yıllık bir tekel almış Osmanlı Tiyatrosundadır. Ancak daha Ermenice oynamakla birlikte Türkçe de gösteriler vermiş olan daha önceki topluluklardan da söz açmak gerekmektedir. Ayrıca Osmanlı Tiyatrosu yöneticileri ve sanatçıları bu dönemlerde yetişmişlerdir.Tam bir tiyatro topluluğu olmayıp cambazlık, Ortaoyunu benzeri gösteriler yapan ilk profesyonel topluluklardan Ohannes Kasparanyan’ın kurduğu topluluktan sözaçmak zorunlu olmuştur. 1846 yılında Beyoğlu’nda komiser Muhsin Beyin yüreklendirmesiyle toprak satın alındı, ve tahtadan Avrupa biçimi bir oyun yeri kuruldu, aynı yılın Mayıs ayında gösteriler başladı. Daha çok sirk, kaba güldürüler, Ortaoyunu ve benzeri gösterilerdi. Giderek Dram da oynanmaya başlamıştı.
Topluluğun çalışmaları 1866 yılına dek sürdü; Kasparanyan’da 1867’de öldü. Aramayan topluluğu tiyatro binaları kurması, ilk profesyonel topluluk olması, ayrıca Türk geleneksel tiyatrosuna yakın bir üslupta oyunlar vermesi ve Gedikpaşa Tiyatrosunun tiyatro temsilleri için kullanılmasında önemli bir adım atması bakımından ilginç ve anılmaya değer bir topluluktur.
Kasparanyan topluluğunun Türkçe gösterimler verip vermediğini bilmiyoruz. Bunun için Sırapyan Hekimyan’ı beklemek gerekir. Öğrenimini İtalyan okulunda ve Venedik’te tamamlayan Hekimyan 1857’de yazdığı oyunları bir kitapta topladı.1856’da daha sonra tiyatroculukta önemli kişiler olan sanatçılardan bir topluluk kurdu. Önce İtalyanca ve Türkçe gösterimler verdi. Halka verdiği bu gösterimleri sonra sarayda da sundu.
Vaspuragen topluluğunun İzmir’deki çalışmaları sürerken İstanbul’da tiyatro etkinliği sönüktü. Bedros Magakyan yeni bir topluluk kurdu. Magakyan’ın türkçe oyunlarıda olduğunu biliyoruz. Öte yandan, Ortaköy-Hasanköy çalışmaları sürüyordu. Şark Tiyatro’sunun kimi oyunları ortaya geçti. Saray Şark Tiyatrosuna yardım etti. Altunduryan Kardeşler Alkazar binasını yıkıp yeni bir Tiyatro kurdular adı gene Şark Tiyatrosu oldu. 1866-67’de saray çevresi Şark Tiyatrosuna karşıydı. Ulusçu yazar Mikael Nalbantyan’ın ölüm yıldönümünün kutlaması töreninde siyasal bir anlam görülerek Şark Tiyatrosu kapatıldı.
Osmanlı Tiyatrosu topluluğunun başlangıç ve sona erişinin kesinlikle belirtilmesi büyük güçlükler gösterir. Çünkü Asya Kumpanyası çalışırken Osmanlı Tiyatrosu
vardı ve Türkçe oyunlar da oynuyordu. Başlangıç olarak Asya kumpanyası’nın ilk Türkçe gösteri verişini de ortaya koyabiliriz. Ancak burada topluluğun adı Osmanlı Tiyatrosu değildir. Güllü Agop’un başında bulunduğu toplulukla Türkçe gösteri vermesi de bir başlangıç olamaz, çünkü Vaspurungen Tiyatrosu da Türkçe oynamıştı, bunun başında da Güllü Agop vardı. Belki en sağlam tarih Osmanlı tiyatrosu’na asıl gücünü veren 1870 yılında 10 yıllık Türkçe gösteri verme tekelinin tanınışı olabilir. Bunun gibi Osmanlı Tiyatrosu’nun sona eriş tarihi de karmaşıktır bu tarih on yıllık tekelin sona erişi olabilir.
Gedikpaşa Tiyatrosu, önceleri tiyatroya da yer verilien bir cambazhane gibi kurulmuş üste 1859’da hükümet burayı İstanbul tiyatrosu adıyla tanıyarak ,bir de onbeş yıllık tekel vermişti. Bina zaman zaman değişikliğe uğradığı gibi, yöneticileride zaman zaman değişti. Bu tarihlerde Osmanlı Tiyatrosu bir topluluğun değil, bir tiyatronun adıydı . 1866 yılındaki gösterimlerinde Türkçe olup olmadığını bilmiyoruz. Bina yeniden yapıldıktan sonra bu gösterimler sürüp gitti Keork Karabetyan’ın çevirdiği César Borgia’nın Gedikpaşa’daki Osmanlı Tiyatrosu’nda oynayacağı duyrulmştur. Tiyatro-yi Osmani’nin tiyatronun adı olduğunu, oyunu bu tiyatroda Asya kumpanyasının oynayacağını ve Fransızca’dan çevirenin Karabet Papazyan Efendi olduğunu öğreniyoruz. Güllü Agop’un artık Asya Kumpanyası adını bırakıp, Osmanlı Tiyatrosu adını benimsediği duyurulardan anlaşılmaktadır Leyla ile Mecnun’un oynanışıda duyulmuştur.
1870 yılı bu dönem için önemli bir yıldır. Tiyatrolara ödenekler verme, ayrıca yüreklendirme, isteklendirmenin yanısıra, dönemin başlarında bir ulusal tiyatro kurulması fikri vardı. Bu fikrin girişimcisi Ali Paşa idi. Darülfünun’dan Ali Suavi Efendi, 28 Aralık 1869’da Sadrazam Ali Paşa adına ve onun verdiği yetki ile birkaç yüksek görevli ile birkaç tanınmış kişiyi çağırıyor. Bunlar arasında Türk, Ermeni, Bulgarlar vardı. Toplantının amacı, birlikte düşünerek, anlaşarak bir tiyatro kurmaktır. Tiyatronun adını “Tiyatro-yi Sultani” olması kararlaştırılıyor. Tasarıya göre bu tiyatroda seçkin ve ahlaka uygun oyunlar ve tregedyalar Türkçe, Rumca, Bulgarca ve Ermenice oynanacaktır. Girişim için Pay senedi çıkaracaklar, ayrıca tiyatroyu kurmak için hükümetten 6.Daire bölgesinden arazi istiyorlar.Ancak, bu girişimden sonuç alınamamıştır bunun yerine Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatrosu’na on yıllık bir tekel verilmişti.
Osmanlı Tiyatrosu Türkçe oynatma tekeli almakla birlikte Ermenice gösterimler de veriyordu. Basın genellikle bu yıllarda Osmanlı Tiyatrosu’nu destekliyordu. 1872-73 Osmanlı Tiyatrosu’nun parlak yıllarıdır. 1872 yılında Osmanlı Tiyatrosu o zamanlar Nestor Noci’nin yönetimindeki Fransız tiyatrosun’da, Comete Barboloni, Comte de Grimberhe, Ahmet Vefik Paşa ve başka önemli kişilerin koruyuculuğunda gösterimler veriyordu.
Seyircilerin çoğunlukla Harbiye ve Tıbbiye öğrencileriyle subaylardan oluşması basında hoşnutluk yaratmıştır. Telif oyunlarında büyük gelişme görülmüştür. Tiyatroda Türk yazarları oluşturduğu. Dil ve Dramaturgluk çalışmaları yapan Tiyatro Komitesi bu dönemde kurulmuştu. 1874 yılı Güllü Agop’un topluluğu içinde iki tehlikeli rakibin belirdiği yıldır. Güllü Agop 1870’ten başlamak üzere on yıl içinde Türkçe komedya, dram, tragedya ve vodvil oynatmak tekelini elinde tutuyordu. İşte bir yandan bu tekelin müzikli oyunları kapsamadığı bu bakımdan opera,operet bir topluluk, öte yandan tekelin yanlız metne dayanan oyunları içerdiği savıyla Tulat tiyatrosu ortaya ortaya çıktı. Avrupa’da bu tekelin kapsamadığı oyun türleri yeni yeni tiyatroları türediği çok görülmüştür.
Güllü Agop’un tekelini bozan ilk topluluk besteci Dikran Çuhacıyan’ın kurduğu Opera tiyatrosu topluluğu idi. Kırk elli öğrenci ile kendi esri olan Arif’in Hilesi müzikli oyun provalarına başlamıştı. Güllü Agop tekelini ileri sürerek bunu davayla engellemek ister.
1875 yılında Güllü Agop’un tekeline karşı çıkan ikinci rakibin Tulat tiyatrosu olduğunu söylemiştik 1875 yıllında ilgin bir habere rastlıyoruz: Hamdi Efendi yönetiminde Zuhuri Kolu, Moliére’e öykülenen gösterimlere başlamış Aksaray’da bir sıra locası olan 300 kişilik yeni bir tiyatroda, bir İtalyan orkestrasıyla temsiller veriyordu. Erkekler kadın rollerinide oynamaktaydılar. Nitekim gazetelerde bundan sonra “Hamdi Efendi idaresiyle Hayalhane-i Osmani” başlığı altında duyurulara sık sık rastlıyoruz. Ortaoyunculardan oluşan Hayalhane-i Osmani topluluğunun kuruluşu ayrıca tiyatro tarihimizde önemli yeri olan Tulat tiyatrosunun da başlangıcıdır. 1876’da Güllü Agop’un Osmanlı tiyatorsu, bozulmaya, gerilemeye yüz tutmuştur.Önce pandomino toplulukları artmıştır. Bir ara Gedikpaşa’daki topluluğunun Güllü Agop yerine başka bir yönetimin altına girdiği görüyoruz. Kimi duyuruların başında bu gösterimlerin Güllü Agop’un izniyle olduğu belirtilmektedir. Bu arada konumuzun dışında kaldığı için üzerinde durmadığımız Ermeni toplulukları da kurulup dağılıyordu. Güllü Agop 1877 ortalarına dek yönetimini Dikran Kalemciyan’a bırakmıştı. 1877 Türk-Rus savaşının patlak verdiği yıldır. Güllü Agop’un topluluğu bir yandan müzikli gösterimleri yürütürken bir yandan da savaşa uygun düşecek vatanseverlik oyunları ve şarkıları sahneliyordu.
1878-79 döneminde Güllü Agop gösterimleri sürmektedir. Türk-Rus savaşı sona ermiş, barış görüşmeleri sırasında Rus askerleri bir süre Edirne’de kalmıştır. İşte bu sürede Güllü Agop’un oyuncularının hemen hepsi Edirne’ye gitmişlerdi. 1879 yılında önemli bir olay, o yıllıarda Bursa valisi olan Ahmet Vefik Paşa’nın girişimiyle Bursa’da bir tiyatro kurulmasıdır. İstanbul’dan gelen tiyatroculardan Fasulyeciyan, Holas, Fasulyeciyan’ın karısı, Küçük İsmail, Ahmet Fehim, Triyans, Tospatyan, Hiranuş ve başkaları. 1879’da kurulan tiyatro Ahmet Vefik Paşa’nın azledilmesiyle 1882’te kadar sürer. Bu tiyatroda, bu tiyatroya katılmış sanatçıların anılarına göre Moliére’in tüm oyunları gösterilmiştir.
Yeniden 1879 yılına dönersek Güllü Agop gösterimleri sürüyordu. 1880 yılı Güllü Agop için hem on yıllık tekelin, hem de Gedikpaşa Tiyatrosuyla sözleşmesinin sona erdiği yıldır. 1881 yılında Güllü Agop’un artık yönetimi bıraktığı basında çıkan yazılardan ve Güllü Agop’un bunlara verdiği cevaplardan anlaşılıyor. Tiyatro, Mınıkyan yönetimindedir. 1881’de beklenmiyen bir olay, belki de Güllü Agop’un tekelinin sona erişiyle ilgili olabilir. Belediyenin Üsküdar ve Kadıköy’de Türkçeden başka dilde gösterimleri yasaklamış olmasıdır. Gerekçesi Tam anlaşılamamış olan bu yasağın ne kadar sürdüğü bilinmemektedir. 1882’de Mınıkyan Güllü Agop ile birleşti. Tiyatro yaşamı Şehzadebaşı’na kaymıştır.
Mınıkyan’la Küçük İsmail’in birlikte çalıştıkları dönem üzerine elimizde bir Güzel Elen el ilanı bulunmaktadır. Topluluğun adı Osmanlı Tiyatrosu Osmanlı Dram ve opera Kumpanyası’dır. 1892’nin önemli bir olayı Şahinyan’ın kurduğu operet topluluğudur. Topluluk duyurduğu oyunlardan ancak bir kaç tanesini ortaya koyabilme olanağı bulmuş, sonrada dağılmıştır. Bu geçici girişimlerin yanısıra Mınıkyan topluluğu kendi oyun dağları ve oyuncu kadrosunu ile gösterimlerini sürdürüyordu. Abdi’nin Handehane-i Osmani, Kel Hasan’ın Hayalhane-i Osmani Kumpanyası’nın yanısıra KomikArif Efendi’nin Lübyatı Osmani Kumpanyası adını verdiği topluluğun 1894’te duyurularına rastlıyoruz.
4.Tanzimat’ta Tiyatro Binaları
İzmir’de 1830’da bir tiyatronun olduğunu biliyoruz. İstanbul ve İstanbul’un Beyoğlu yakasında gerek eskileri, gerek sürekli bakımından iki önemli tiyatro vardır: Fransız Tiyatrosu ile Naum Tiyatrosu. Ancak Fransız Tiyatrosu üzerine kesin bir bilgimiz yok. Beyoğlu’nda ikinci önemli tiyatro binası Naum Tiyatrosudur. Bosca adında ünlü bir İtalyan gözbağcısı Galatasaray’ın karşısında temsiller vermek üzere bir tiyatro için bir ferman almıştı. Bosca’nun tiyatrosunu yaptığı arazi Michel Naum Duhani adında bir Halep’linindi.
Beyoğlu’nun önemli tiyatrolarından birisi de Fransız Tiyatrosu karşısındaki bugün Saint- Antoine kilisesinin bulunduğu yerdeydi Adı Concordia idi. Cadde üzerinde kışlık tiyatrosu, arkada ise yazlık tiyatrosu vardı. Concordia yıktırtıldı yerine Saint- Antoine kilisesi yaptırıldı.
Yakın yıllara kadar Odeon Tiyatrosu veya Eclair sineması adıyla bilinen, Bu günkü Lüks sinemasıyla ayakta duran ve ilginç bir tarihçesi olan Ağa camii yakınında ki sirk 1871’de Elhamara tiyatrosu adıyla açıldı.1874’de yandı.
1875’de mimar Barborini iki kat balkonu olan bu tiyatro yaptı. Tiyatronun adını önce Verdi Tiyatrosu olması düşünülmüştü. Ancak Veryete Tiyatrosu denildi. Veryete Tiyatrosu çoğunlukla sirkten bozma ve Halep Çarşısı içindeki bu gün tiyatroda olarak kullanılan Veryete Tiyatrosu ile karıştırılmamalıdır. 1877’de Veryete Tiyatrosu hem adını, hem biçimini değiştirdi, adı Eldorado oldu.1897’de Eldorado gene değiştirdi, ve adı ilk düşünüldüğü gibi Verdi Tiyatrosu oldu. Verdi Tiyatrosu yeniden donatıldı. Bundan sonra Odeon Tiyatrosu adını aldı II. Meşrutiyet boyunca hep Odeon Tiyatrosu olarak bilindi.
İstanbul yakasına geçersek burada en öneml tiyatro Gedikpaşa Tiyatrosudur. Gedikpaşa’da önce sirk binası olarak kurulan Gedikpaşa Tiyatrosu, Türkiye’ye çok sık gelmiş olan Souillier cambazhanesi için kurulmuştu. Gedikpaşa Tiyatrosu’nun adı Osmanlı Tiyatrosu oluyor ve sonra da Güllü Agop’un Osmanlı Tiyatro’suna geçiyor. Gedikpaşa Tiyatrosu’nun sona erişi ise1884’te olmuştur.
İstanbul yakasında, Aksaray’da Hamdi Efendi’nin 300 kişilik tiyatrosu, Beyazıt’ta Misafirhane’de Çuharcıyan’ın 800 kişilik tiyatrosu, Şehzadebaşı, Vezneciler’de çoğu kıraathanelerden bozma tiyatrolar ve Sultanahmet’in 1880’de kurulan açık hava tiyatrosu vardı. Üsküdar’daki Aziziye Tiyatrosu İstanbul’un eski tiyatrolarındandır. İstanbul’dan sonra en önemli tiyatro merkezi İzmir’di. İlk tiyatro 1830’da kurtuldu Böylece Ortadoğu’nun halka açık ilk tiyatrosu İzmir’de gerçekleşmiş oldu. 1841’de Euterpe adında küçük bir tiyatro kuruldu Rumların Theatron Samirnes adını verdikleri İzmir Tiyatrosu bunun yakınlarındaydı.
İzmir dışında Adana’da Ziya Paşa’nın valiliği sırasında, daha önce gördüğümüz Bursa’da Ahmet Vefik Paşa’nın valiliği sırasında buralarda birer tiyatro yapılmıştı. Bu sayıların dışında da Anadoluda’da tiyatrolar vardı.
Saray Tiyatrolarına gelince özellikle Çırağan Sarayı ve Dolmabahçe Saray’ındaki geçici tiyatrolar yapılmıştı. Bunlardan önemlileri Abdülmecit’in Dolmabahçe Saray’ı için yaptırdığı tiyatro ile Abdülhamit’in Yıldız Saray’ındaki Tiyatrolarıdır.
5.Tanzimat’ta Dramatik Edebiyat-Yazarlar
İlk Türk oyunu yazarı İbrahim Şinasi (1826-1871) gelmektedir. Gazeteci, şair, denemeci İbrahim Şinasi’nin tek oyunu daha önce Dolmabahçe Saray Tiyatrosu’nda oynamak üzere ısmarlanmış Şair Evlenmesi’dir İbrahim Şinasi ilk Türk tiyatro eserini verdiyse, bu döneme güçlü kişiliğiye her bakımdan damgasını vuran Namık Kemal (1840- 1888) de çağında çığır açan Vatan Yahut Silistre, Zavallı Çocuk, Akif Bey, Gülnihal, Celalettin Harzemşah ve Kara Bela oyunlarını yazmıştır. Bu eserler öteki yazarları bunlara öykünerek oyun yazmaya isteklendirdiği gibi, Namık Kemal bunlardan başka tiyatro üzerine yazdığı yazılar ve Celal Mukaddimesi ile tiyatro konusunda görüşlerini belirtmiştir, yazarlarla mektuplaşmalarında onlara yol göstermiş, onlarınn eserlerini eleştirerek, düzelterek çağında yazarlar yazarı gibisinden çok önemli bir yeralmıştır. Bu dönemin bir başka tiyatro yazarı Ahmet Mithat (1844-1912)’dir. Çağında pek çok oyun sahnelemiştir Eyvah!, Açık Baş, Ahz-ı Sar yahut Avrupa’nın Eski medeniyeti, Hükm-i Dil, Çengi yahut Daniş Çelebi, Fürs-i Kadide Bir facia yahut Siyavuş , Çerkez Özdenleri, Zeybekler. Şemsettin Sami (1850-1904)’nin üçü de yayınlanmış ve oynanmış oynanmış üç başarılı oyunu vardır. Besa yahut Ahde Vefa, Gave, Seydi Yahya. Recaizede Mahmut Erkem (1847-1931) dört oyun yazmıştır: Afife Anjelik, Afala yahut Amerike Vahşileri, Vuslat yahut Süreksiz Sevinç, Çok bilen Çok Yanlıdır. Ebüzziya Tefik (1894-1893) biri Victor Hugo’nun Angelo’sundan uyarlama Habbibe yahut Semahat-i Aşk, öteki Ecel Kaza olmak üzere iki oyun yazmıştır. Samipaşazade Sezai (1852-1936) ‘nin biri basılmamış Bir Düşmüş Kadın öteki yayınlanmış Şair adlı iki oyunu vardır. Muallim Naci (1852-1837) bir tek oyun yazmıştır; Hazim Bey yahut Heder.
Bu dönemin verimli ve çoğu kez birlikte çalışan yazarları Manastırlı Mehmet Rıfat (1851-1907) ile Hasan Bedrettin Paşa (1850-1911)’dir. Birlikte Temaşa adında, içinde telif ve çeviri 20 kadar oyun bulunan bir dizi yayınlanmıştır. Bu dönemin önemli kişilerinden birisi Ahmet Vefik Paşa (1823-1891)’dir. Gerçi tiyatro eserlerinin hepsi çeviri uyarlama olmakla birlikte Moliére uyarlamalarında gösterdiği başarı ile sanki oyunları yeniden yazmışçasına özgün olabilmiştir. Bu dönemin en önemli oyun yazarı Bursa’lı Feraizcizade Mehmet Şakir (1853-1911)’den söz açmak gerekir. Feraizcizade Mehmet Şakir, Ahmet Vefik Paşa yanında yetişmiş Moliére etkisiyle, özgün yaratı olarak 6 komedya yazmış ve bunları kendi basım evinde yayımlamıştır; Teehhül yahut İlk Gözağrısı, İnatçı yahut Çöpçatan ,Evhami İcab-i Gurur yahut İnkilab-i Muhabbet, KırkYalan Köse ve bunun arkası Yalan Tükendi.
İlk Tragedya denemelerini yapan Ali Haydar Bey (1836-1914)’in üç eseri yayımlamış ikisi Gedikpaşa Tiyatrosunda oynamıştır; Sergüzeşt’i Pevriz, İkinci Ersas ve Rüya oyunu.
6. Tanzimat’ta Oyunlar Türler
Bu dönemin oyunlarını incelerken bunları altı öbekte topladık.
a) Komedyalar
b) Manzum Dramlar
c) Romantik Dramlar
d) Melodramlar
e) Evcil ve Duygusal
a) Komedyalar : Gelenekten gelme yetenekle bu dönemin en başarılı türleri komedyalar ve buna çok yakın müzikli oyunlardır. Ancak ne yazık ki komedya ötekilere göre az yazılmış, bunlar içinden sahneye çıkanlar daha az olmuştur. Bu dönemin en başarılı komedya yazarı Feraizcizade Mehmet Şakir olduğunu belirtmştik. Dolantıları kurmada, karakterleri canlandırmada, çağın törelerini, düşüncelerini vermede usta bir tiyatro yazarı olan Mehmet Şakir, dili bakımından da çağın çok ilerisindedir.
b) Manzum Dramlar : Manzum dramlar diye bir tür yoktur. Ancak, bu dönemin yazarlarından tragedya yazmayı isteyenler tragedyanın gerektirdiği kuruluşu, çatışmayı, izlenim ve etkiyi gerçekleştirememişlerdir. Bu çabanın sonucu ortaya çıkan eksik (ya da taslak tragedyalar) <<tragedya>> yerine <<manzum dramlar>> demeyi yeğlemişlerdir. Artık ömrünü yitirmiş tragedya türüne Avrupa yazarları bile bocalarken, bizim yazarlardan başarılı sonuç beklemek gereksiz olurdu.
c) Romantik Dramlar: Bu dönem üzerinde Romantik Akım en büyük etkiyi yapmıştır. Burada yanlız belirli, sınırlı bir dönemi Hugo Romantikliğini düşünmemeli. Hugo’nun büyük etkisi altında olmasına ramen, bu dönemin romantik dramlarının yanlız bir örneğe dönük olduğu söylenemez Romantikliğin temeli özgürlüktür: klasiklik, mantık, gerçekçilik ise olaysal gerçeklerle bağlı iken romantiklik bu bağların hiç birini tanımaz. Bu dönemin romantik dramlarını incelerken belli bir romantik örnekten çok Avrupa tiyatrosunda Ortaçağ dinsel dramlarında Elizabeth İngilteresi ve İspanyol Altın çağına; Schiller, Goethe, Hugo’dan Elmond Rostand’a geniş bir gelenek düşünülmelidir.
d) Melodramlar: Gerek yabancı gerek yerli toplulukların çok oynaması, biçim bakımından belirgin, kesin olması ve çağın anlayışına uygun düşünmesi bakımından bu dönemin en iyi tanınan türü melodramlardır. Bunlar romantik dramlarla duygusal dramlara da büyük yakınlık göstermekte birlikte bu dönemin incelediğimiz kimi melodramları bu iki tür arasında bocalamasına rağmen örneklerin çoğu melodram türüne uygundur.
e) Duygusal ve Evcil Dramlar : Duygusal ve evcil dramlar bu dönemin başarısız olmakla birlikte en özgün türüdür.Yazarlar bu türde bir ölçüde gerçekçi olabilmiş, evcil ve toplumsal dramlar yolunda ilk denemeleri yapmışlardır. Bunlarda göreneklere körü körüne bağlılığın , aile reislerinin ve gençlerin kumara, içkiye, eğlenceye düşkünlüklerinin, çok evliliğin, yaşlı erkeklerin genç kızlara düşkünlüğünün, esirliğin, kaçgöçün olumsuz sonuçlarıyla, gençlerin sevgilileri ve evlenmeleri gibi konularda toplumsal sorunlara parmak basmıştır.
f) Müzikli oyunlar : Bu dönemin en başarılı türü, güldürü, opera, operet, vodvil biçiminde yazılmış müzikli oyunlar olmuştur. Bu başarının iki nedeni olabilir: Önce eski geleneksel tiyatromuzda müzik, dans ve güldürünün bir karışımı olduğu için yazarlar ve seyirciyi beğenisi bu türe yatkındı. Sonra da önce gördüğümüz gibi, Batı tiyatrosuyla tanışıklığımızda yabancı toplulukların karşımıza çıkardığı örneklerin en iyileri dramatik tiyatrodan çok lirik tiyatrolardı. İstanbul’da da yabancı besteci ve yazarlar operalar, müzikli oyunlar yaratmışlar ve bunları ilk kez İstanbul’da sahneye koymuşlardı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder